ADANA’DA BİR MISIRLI İBRAHİM PAŞA VARMIŞ

Çocukluğumuza kadar ulaşmıştı gelenek; ırgatbaşı “Paydoosss!” dediği anda, işçilerin tamamı; genciyle-yaşlısıyla, erkeği-karısıyla, torbası-kazmasıyla kıbleye döner ve hep bir ağızdan;
“Akşama hürmet!.. Aamiiin!..
Sabaha niyet!.. Aamiiin!..
Kolumuza kuvvet!.. Aamiiin!..
Ağamıza devlet!.. Aamiiin!..
Kesemize bereket!.. Aamiiin!..
İbrahim Paşa´ya rahmet!..
Bir dahi rahmet!..
Bir dahi rahmet!..
Kör şeytana lânet!.. Aamiiin!..
Peygambere salveeet!..
Sallü alâ Muhammet!..”
duasını yapar, dua biterken bütün çapalar yukarı kaldırılır ve aynı anda kadınların ışıltılı neş´e renkli sesleri “Lü-Lü-Lü-Lü-Lüüüşşşş!..” bestesiyle Çukurova´nın nice mezralarında yankılanırdı. Salvet, gerçekte “Salâvat” sözcüğünün “Rahmet”e uyum göstererek kendiliğinden değişmişti ve duada hem uzatılır, hem de yüksek sesle ifade edilirdi.
İBRAHİM PAŞA, VE “LÜ-LÜLÜŞ”
Başımıza güneş geçmesin diye koza tarlasına (tarladaki pamuğun Adanaca´daki adı Koza idi) ancak ikindiden sonra izin verilirdi. Tarlanın en başındaki iki sıra arasından başlayıp hevesle koşardım. Bilirdim ki, o sıralardan birinde, kuş boku domates çıkacak karşıma. Şimdi “Çeri” denilen ufak domateslerin hakikisi yani. Kokusu ıtır, tadı lezzet, en irisi 3-4 santim çapında minik domatesler. Mübârek olunca da salkım şeklinde olurdu ki, bir koparışta 10´u, 15´i ele gelirdi. İştahsızlığım yüzünden babamdan sürekli azar işiten ben, bu domateslerden her halde her defasında bir kilo kadar atıştırırdım. Çoğu kez de, bu duadan sadece İbrahim Paşa, Muhammet ve Lü-Lüş´ü ayırd edebilirdim.
Yıllar sonra öğrendim ki, İbrahim Paşa dedikleri Mısır Hidivi (aslında adam Krallık yapmış) Kavalalı Mehmet Ali Paşa´nın oğlu İbrahim. Harbokuluna gitmeden paşalık rütbesini almış ama, eşhedübillah, paşa gibi de adammış. Haa, “Neden işçi her gün rahmet okuyor” sorusuna cevap isterseniz, elbet ki edecek lâfımız vardır, velakin önce şu “Lü-lüş” dediğimiz zılgıtı bir yatıralım hele masaya?
“Lü-Lü-Lüüüş” yani zılgıta, asker terhisinden tutun, gelin kınasına kadar mutluluk veren her olayda baş vurulurdu. Yıllarca, ne olduğunu, hangi kaynaktan geldiğini öğrenmeye çalıştım, ama bir türlü yakalayamadım. Nihayet, birkaç yıl önce kaybettiğimiz Merhum Taha Toros Ağabeyimizden naklen öğrendik ki, bunun aslı “La ilahe İllallah!” (Tanrı´dan başka tapacak yoktur) olmalıymış. Zamanla, bilinen bu formunu almış. Bilmem doğru, bilmem eğri; bana, iyi-kötü mantıklı geldi. Düşününüz, onlarca hatun kişi hep bir ağızdan peşpeşe “Lailaha illallah!” diye bağırıyor. Kulaklara nasıl yansır bu? Her halde “Lü-lü-lü…” gibi bir şey olur ve yıllar içinde de zılgıtlaşır.
Şimdi dönelim tekrar İbrahim Paşa´ya? Rahmetli´yi görüp tanımışların çocuklarına, torunlarına yetiştik. Eskiler, daha çok “Mısırlı” ya da “Mısırlı İbrahim” diye anarlar ve her defasında da rahmet okurlardı.
İŞGALCİ ADAMIN TEKİ, NİÇİN SEVİLMİŞ PEKİ?
Mısırlı İbrahim Paşa´nın Adana´ya gelişini 1832 yılının Eylül´ü diye yazmak bana daha doğru geliyor.
Geldiğinde, Adana´mızın cılkı çıkmıştı. Yönetimde ki boşluk gök kubbeden daha genişti. Rüşvetin gözünü seveyim; asıl yolsuzluk, iftira ve gasp üzerine kurulmuş bir yönetime esir düşmüş memleket ki, bazıları ölüp kurtarmak için Azrail´e nasıl rüşvet verilebileceğini sorar olmuş, bilmem anlaşıldı mı? Vergicisi bir yandan, kollukçusu öte yandan, milletin iflahını kesip duruyorlarmış. Mahkeme, kadıya mülk olmuş; akçesini veren yürütmüş işini. İdare derseniz, tamamen zafiyet içinde. ?Gemisini kurtaran kaptan gel çık çıkabilirsen bu girdaptan? yani?
Bugünlük yerimizi doldurduk ama Mısırlı İbrahim için daha yazılacak çoook şey var. Onları da kısmetse Cuma’ya arz edelim.