Adana’nın Ezgi Pınar’ı
Dostluk ve arkadaşlığın ön planda tutulduğu Ezgi Pınar’ı Türk Müziği Korosu, kaliteli seslerden oluşan, Türk Sanat ve Halk Müziği’ni ileriki dönemlere taşıyabilecek nitelikli bir topluluk. Dinleyenlere büyük keyif yaşatan ve gençlere Türk Müziği’ni sevdirmeyi amaçlayıp yeni sesler kazandırmayı hedefleyen koronun şefleri Mustafa Toprak ve Ertunç Toprakezen ile keyifli bir röportaj gerçekleştirdik.
***
RÖPORTAJ: YENER EKİNCİ
Kuruluşu iki yıl öncesine dayanan Ezgi Pınarı Türk Müziği Korosu, ilk sahne performansını, araya giren deprem felaketi nedeniyle iki hafta önce sergileyebilmişti. Büyükşehir Belediyesi Tiyatro Salonu’nu dolduran yüzlerce sanatseverin, iki saatlik konser sonunda alkış kıyameti koparması müzik çevreleri tarafından, Ezgi Pınarı’nın bir marka değeri olma yolunda attığı ilk adım olarak nitelendirildi. Özellikle çoksesliliğin yaşatıcısı olan Ezgi Pınarı, bize birçok alanda kaybettiğimiz topluluk ruhunun yaratabildiklerini hatırlatması açısından da çok değerli… Biz de, bir prova öncesi koronun kurucusu ve şefleri olan Mustafa Toprak ve Ertunç Toprakezen ile bir araya geldik ve Ezgi Pınarı’ndan müziğin erişilebilirliğine kadar pek çok konuda sohbet ettik. Ortaya, müziğe karşı ilgisi olan herkesin keyifle okuyabileceği bir röportaj çıktı.
Ezgi Pınarı’nın kuruluş amacından bahsederek sohbetimize başlayabilir miyiz?
Gerçek anlamda hem Türk Sanat Müziği’ni hem de Türk Halk Müziği’ni karma halde müzikseverle buluşturmak ve yaşatmak amacındayız. Her kesime hitap etmeye çalışan ve her meslekten 40 kişinin oluşturduğu bir koroya sahibiz. Şehrimizin kültür ve sanat hayatını, Adana’ya yaraşır şekilde, canlı tutmak ve vatandaşlarımızın sosyalleşmesine katkıda bulunmak için kültürel etkinliklerimize devam edeceğiz. Özellikle repertuvarımızı geniş tutmaya özen gösteriyoruz.
Ezgi Pınarı’nı diğer korolardan ayıran en büyük özellikleri nelerdir?
Kar amacı gütmeden, tamamen gönüllülük esasına dayalı bir ekibiz. İşin içine maddiyat girmediği zaman, dostluklar daha uzun süreli ve daha güzel oluyor. Ezgi Pınarı bir mutfak aslında… Bu mutfakta, en iyisini yapmaya gayret ediyor ve ulaşabildiğimiz insanları en iyisini yapmaya yönlendirmeye çalışıyoruz.
Avrupa ile bir karşılaştırma yaptığınızda Türkiye’nin müzik konusunda geliştirmesini istediğiniz hususlar var mıdır?
Hem bizim oradan öğreneceğimiz hem de onların bizden öğreneceği şeyler var. Bu bir diyalog. Bizim kültürümüzde Avrupa’nın müziğinde olmayan ve çok özel içerikler var. Makam müziği, aksak ritimler, halk müziği ve Klasik Türk Müziği gibi. Bizim bunları anlatabiliyor olmamız lazım. Bu yüzden bu dili konuşmak için eğitim sistemini yaratmamız lazım. Bestecilik, icracılık, korodan tutun senfoni orkestrasına, piyanistlikten tutun şarkıcılığa kadar birçok alanda öyle bir eğitim sistemi yaratmalıyız ki; bu birbirimiz daha iyi ifade etmemizi sağlayabilsin. Böylece hem Avrupa’da hem Dünya’da ses getirebilecek çok fazla içerik olduğunu önce bizim görmemiz gerekir. Dolayısıyla bizim oradan örnek alacağımız şey, mutlaka konservatuar eğitim sistemleridir. İnsanları ömür boyu eğitimin olduğuna ikna ederek yetiştiriyorlar, bu önemli bir şey. Bizde, ‘üniversite bitti eğitim bitti’ anlayışı oluyor. Aslında yeni başlıyor eğitim, yolculuk ömrünün sonuna kadar gidiyor bence.
Gelenek ve yeni arasındaki ya da Doğu-Batı arasındaki sentez oluşuma nasıl bakıyorsunuz?
Gelenekle yeni çok ayrı şeyler değil çünkü gelenek de bir zamanlar yeniydi. O yüzden bizim geleneğe nereden baktığımız önemli. Müziğe müze gibi bakmamak lazım. Çünkü müzik sürekli yeniden üretimini yaptığımız bir şey; o yüzden bugün oluyor, bugün olan bir şeyi de sadece müzelik bir eser gibi göremeyiz. Yeniyle gelenek çok bağlantılı şeyler zaten. Bakın müzik dönemlerine, hep bir geleneğe dönüş olur. Barok dönemden sonra klasik dönem yaşanır. Romantik dönemde hemen baroğa dönüş isteği olur. Doğu ile Batı meselesinde Doğu’nun Batıyı, Batı’nın da Doğu’yu anlaması lazım. Birbirini anlamak lazım. Bununla ilgili çok güzel örnekler var. Mesela Doğu enstrümanlarıyla Vivaldi çalınmış, bu çok güzel; yine Gregoryan müziğiyle makam müziği arasında çok büyük benzerlik var. Ayrı kültürler ama aynı şey. Hiç Türk müziği dinlemeyen bir Batı müziği eğitimi almış birine makam dinletiyorum. Hiç senfoni dinlemeyen Türk halk müziği sanatçısı olan arkadaşıma açıp Beethoven dinletiyorum. Bu bir diyalogdur. Doğuyla Batı’nın da bunu yapması lazım.
Çocuklarınıza yaptığınız işi miras olarak bırakmak ister miydiniz?
İsterim tabi ki. Biz dünyanın en güzel işini yapıyoruz. Biz her gün bir araya geliyoruz ve hep birlikte nefes alıyoruz, ses çıkartıyoruz. Bunu her iş dalında bulamazsınız. Düşünün, kırk kişi bir araya geliyorsunuz. Dertlerinizden arınıp aynı armonide, aynı notada buluşuyorsunuz. Sahnede bir koroyu izleyen seyirci, iyi bir koroysa tabi, ‘çok iyi hissettim’ der. Çünkü koro birbirini dinleyen, birbiriyle uyum halinde işlev gören toplumun modelidir aslında. Onu görür sahnede. Kim nerede susacağını, nerede konuşacağını biliyor. Herkes birbirini dinliyor. O yüzden elbette miras bırakmak isterdim.
Müziğe karşı yeteneği bulunan veya sesi güzel olan herhangi, biri Ezgi Pınarı ailesinin bir ferdi olabilir mi?
Elbette olabilir. Bizim bir amacımız da yetenekli kişilere imkan sunabilmek zaten. Konserimizde de bize katılmak isteyenlere kapımızın açık olduğunu duyurmuştuk. Sesi güzel, kulağı sağlam insanlar, yeteneklerini geliştirecek bir ortam bulamadıkları için tabir-i caiz ise ziyan olup gidiyorlar. Biz onların kaybolup gitmelerini istemiyoruz.
‘Y ve Z Kuşağı’ olarak tabir edilen gençlerin, icra ettiğiniz sanata ilgisini nasıl buluyorsunuz?
Özellikle gençlerimizi musiki ve halk müziğiyle tanıştırmamız ve sevdirmemiz gerekiyor. Bu gerçekten çok büyük bir eksiklik. Bu konu, Türk müziğinin geleceği açısından gerçekten önemli. Gençler artık yozlaşmış bir sanal alem kültürünün pençesi altında. Derinliği olan, sabır isteyen hiçbir şeye tahammülleri olmuyor. Bunlar ise asıl müziğimizin olmazsa olmazlarıdır. Tek bir çözüm olduğuna inanıyorum; sevdirmek ve cazibeli hale getirmek…
Gayet enerjik ve pozitif duyguların paylaşıldığı bir ortamda geçiyor provalarınız. Koristleriniz hakkındaki yorumlarınızı da almadan geçmeyelim.
Ezgi Pınarı koristi olmak… Her biri, değerli ve çok şahsına münhasır insanlar. Böyle kan bağı olmadan aile olmayı başardığımız bir ekip. Çok şükür. Sadece iyi bir müzikal kulağa sahip olmaları yetmiyor. Çok çalışkan, istikrarlı bir disipline sahip olmaları; ama her şeyden önce kalbi sevgiden ve iyilikten başka bir şeye atmayan insanlar olmaları gerekiyor. Galiba bizim ilk şartımız da bu. İyi bir insan olma gayesi taşımalı Ezgi Pınarı koristi. Böyle insanlar var kadromuzda. Böyle insanları bulmak için gerçekten çok çalışıyorum. Bu yıl daha az çalışacağım mesela; çünkü zaten koristlerimiz yarattığım evreni kendi renkleriyle süslediler, aidiyet kurdular. Ev yaptılar. Koro artık her manada evimiz gibi.
Şimdi biraz daha derine ilerlemek istiyorum. Müziğin evrenselliği insanlık için çok güzel bir ortak payda. Müziğin sizdeki tanımı nedir?
Klişe; ama müziksiz tek bir an yok ki dünyada. Nefes alış verişinizden, yemek yerkenki çiğneme hızınıza kadar her şey müzik. Kendimi konuşmadan ifade edebilme yolumla sanat yapabildiğim için şükrediyorum. Müziği tanımlamam, ona sınırlar çizmem demek olur. Böyle bir şeyin haddini kendimde bulamadım. Affedin.
Türkiye ve Dünya çapında koro müziği anlayışındaki farklılıklar sizce neler?
Koro müziği, her ülkenin kendine özgü kültürel renklerini yansıtan öğeler barındırıyor. Bizim folklorik çeşitliliğimiz koro müziğimizi besleyen ve diğer ülkelerin koro müziğinden farklı kılan önemli bir zenginliğimiz. Musiki Muallim Mektebi’nden beri gelen 100 yıllık güçlü bir koro müziği geleneğimiz var. Bu zenginliği dünyayla paylaşabilmek, kendi kabuğumuzda kalmamak ve Dünya’daki koro müziğiyle bağlantıda olabilmek için her fırsatın değerlendirilmesi gerektiğini düşünüyorum.
Son olarak neler söylemek istersiniz?
Dostluk ve arkadaşlığın ön planda tutulduğu bu koronun, kaliteli seslerden oluşan, Türk Sanat Müziği’ni ileriki dönemlere taşıyabilecek, nitelikli bir topluluk olmasına özen gösteriyoruz. Bize büyük keyif yaşatan bu sosyal sorumluluk projemizle gençlere Türk Müziği’ni sevdirmeyi, gelecek nesillere taşıyacak kalıcı eserler bırakılmasına vesile olmayı ve Türk Sanat ve Halk Müziği’ne yeni genç sesler kazandırmayı amaçlayarak çalışmalarımızı sürdürüyoruz.