Akdeniz’de Bir Güneş; Güneş Yüregir

NİYAZİ TABAKOĞLU’NUN GÜNEŞİ

Niyazi Tabakoğlu Adana’nın en önemli avukatlarından birisiymiş o zamanlar. 1892 Adana doğumlu Niyazi Bey’in sadece avukatlık değil, çiftçilik yaptığını da biliyoruz. Herhalde avukatlıktan kazandığını top- rağa yatırmış olmalı ki Yüreğir Ova- sı’nın Büyük Araplar ve Şıhmurat Köyleri’nde, ayrıca Ceyhan’ın Mercin Köyü’nde tarla sahibi olmuş. Muhtemelen sıradan biri değil Niyazi Bey… Sıradışı, halk adamı bir aydın. Öncelikle İstiklal Madalyalı bir kahraman zaten.

Niyazi Tabakoğlu’nun ikinci eşi Mostar’dan… Hani Yugoslavya yıkılırken bombalanan köprüsü ile ünlenen Boşnak kenti var ya, işte oradan. Sizin de aklınıza bir soru gelmiş olabilir, “Adana nere, Bosna nere?” diye. Çünkü bizim aklımıza geldi ve araştırdık. Öğrendiklerimizi de sizlerle paylaşalım isterseniz:

 “ Sarışın, alımlı bir kadındı. İlk geldiğinde Türkçe bilmezdi, sonradan öğrendi.” diye anlatıyorlar, onu tanıyanlar. Hatta daha sonraları da aksanlı konuşurmuş Türkçe’yi… Kırmızı’ya “kirmizu”, ışık’a “ işik” dermiş. Herkesle iyi geçinir ama aradaki mesafeyi de korurmuş. En iyi arkadaşları haliyle Bosnalı Salih Efendi’nin kızlarıymış, daha çok onlara gider, gelirmiş.

Çok çalışkan ve disiplinliymiş. Bu disiplinli duruşunu aslında çocukları için de uygularmış. Örneğin bir kızından bir şey isteyecek, “Kızım bana bir kahve yapar mısın?” diye ricada bulunur, bir iki dakika beklermiş. Eğer karşıda bir hareketsizlik, savsaklama varsa, bir daha söylemez, kalkar kahvesini kendi yaparmış. “Bu davranış bize de geçti: biz bir şeyi bir kere isteriz, ikinci kez söylemeyiz!” diyor Güneş Hoca.

İşte bizim kahramanımız Prof. Güneş T. Yüregir, Niyazi Tabakoğlu ile bu güzel Hanım’ın, Zeynep’in kızıdır. Ve onların örnek bir karışımıdır.

O yıllar şimdiki Kızılay Caddesi üzerinde, büyük postane karşısında 3 katlı bir evde otururlarmış. Hoca evlerini; “Evin civarında eskiden kilise olan İstiklal İlkokulu vardı. Yolun üzerinde de Hilal-i Ahmer, yani Kızılay binası bulunurdu. Zaten sonradan genişletilen caddeye Kızılay ismi de bu yüzden verilmişti. Evin karşısında da Pamuk Pazarı Karakolu bulunurdu. Sonradan oraya Büyük Postane yapıldı. İşte ben 1931 yılında bu evde doğdum” diye anlatıyor.

Ama Güneş nüfus cüzdanına bir yaş büyük yazdırılıyor. Çünkü o yıllar kızları büyük, oğlanları da küçük yazdırmak bir gelenek.

Askerliğini Suriye cephesinde, Cemal Paşa kumandasındaki birliklerde yaptığı biliniyor. Kurtuluş Savaşı’nda da madalya alacak kadar yararlı olduğu açık. Onu tanıyan biri şu anısını anlatıyor;

“Niyazi Bey’in alnında bir şarapnel yarası vardı. Aradan yıllar geçmiş olmasına rağmen her berbere gittiğinde bu yaradan hala metal parçaları çıkardı!”

Halk insanı olduğunu da, giydiği deri ayakkabılar pençeli ayaklarını vurduğunda, yandan deriyi kesip pencereler açarak giymesinden anlıyoruz. Ve tabii ki yüksekokulu bitirmiş insanın çok kıymetli olduğu o yıllarda, hukuk fakültesini bitirmiş Niyazi Bey’in halkla içli dışlı bir yaşam sürdürdüğü de anlatılan bir gerçek. Niyazi Tabakoğlu’nun 3 hanım aldığını biliyoruz.

Birinci hanımı teyzesinin kızı ve kendinden büyük… O yılların töresi gereği everilmişler sanki…
Bizi en çok ilgilendiren ise ikincisi…

Bir de üçüncüsü var.  

O yıllarda Adana’nın önemli bir zengini varmış. BOSSA Fabrikası’nın da sahibi. Ama yanıldınız Sabancı değil. Bosnalı Salih Efendi denir bir zat. BOSSA ismi de Bosnalı’nın Bos’un dan, Salih’in de Sa’sından geliyor zaten. Sabancılar BOSSA’yı daha sonradan bu zattan alıyorlar. Niyazi Bey ile Salih Efendi de arkadaşlar herhalde. Eeee! Boşnakların güzelliği de herkesçe biliniyor. Tahmin ediyoruz ki arkadaş arkadaşa yol göstermiş, bu evlilik olmuş.

Zeynep Hanım Adana’ya gelin gelmiş. Yıl 1923…

Niyazi Bey’in Arnavutköy Kız Koleji’nde niye bu kadar ısrarlı olduğunu merak ettiyseniz eğer, kısa bir süre yeniden o günlerin Adana’sına dönmek gerek.

Daha önce Adana’da 37 ilkokul olduğundan bahsetmiştik, hatırlarsınız. Ayrıca iki ortaokul, biri kızlara, diğeri erkeklere iki de lise var o dönemde. Ama hepsi klasik bir eğitim vermekte. Dönemin daha entelektüel aileleri ise çocuklarını yabancı dille eğitim yapan okullara göndermeyi istiyor. Tarsus’ta bu ayarda Amerikan Koleji var ama sadece erkekleri alıyor. Kızlar için İngilizce eğitim veren bir okula devam etmenin tek yolu ise İstanbul’a gitmek. Amerikalı misyonerler tarafından yönetilen Arnavutköy Kız Koleji de böyle bir okul. Aslında çevreden Niyazi Bey’e itiraz gelmemiş değil. “Kız çocuğu bu yaşta dışarı gönderilir mi?” den, “Onu Hıristiyan yaparlar!”a kadar birçok görüş var. Ama Niyazi Bey hiçbirine aldırmadan Güneş’i kendi eliyle yazdırmış Arnavutköy Kız Koleji’ne… Tam 8 yıl orada okumuş, Güneş Hoca. Miss Summers sınıfa bir sıra daha ekleyip, 39. öğrenciyi aldığı için hep mutlu olmuş. Küçük Güneş ilk yıllarda dışarıdan gelenlere “Taşralı” gözüyle bakılmasının sıkıntısını çekmiş ama daha sonraları hepsi kaynaşıp arkadaş olmuşlar.

Bu okuldaki eğitimi sırasında, kendinden dört sınıf ötede Dr. Hulusi Behçet Uz’un kızı da varmış.

AMERİKA’NIN YOLLARI TAŞTAN

1950 senesi Türkiye’nin ve Adana’nın değişim yaşadığı bir dönemecin baş- langıcı… Türkiye’de tek partili dönemden çok partili döneme geçişin ilk yılları. Milli Mücadele içinde yer almış, hatta daha sonraki dönemde cumhuriyetin kuruluşunda yerel anlamda hizmet etmiş, aydın bir aile- nin içinden gelen Güneş için etkileyici, farklı bir durum. Türkiye’de bir şeylerin değişime uğradığı yıllar. En azından yeni bir demokrasi anlayışının başladığı günler…

Adana’da ise yeni bir Türkü, pavyonlardan başlayarak hızla meşhur oluyor. Sadece Adana’da değil, “Aman Adanalı” türküsü tüm yurtta söylenir hale geliyor.

“Adana’nın yolları taştan
Sen çıkarttın beni baştan.
Hem anadan hem gardaştan.
Aman Adanalı, canım Adanalı
Ben sana yandım güzel delikanlı. Hey gülüm, hele hele gülüm Peştamalı püsküllüm”
Çünkü o yıllar Adana, Türkiye’nin gülü haline gelmiş zaten. Zengin toprakların işlenmesi sonucu biriken sermaye, Amerikan Marshal Planı’nın da etkisiyle birden bire sanayiye dönüşünce, Adanalı çiftçiler iyice zenginleşip, Türkiye’de isim yapmaya başlıyorlar. Bu arada pamuk ticareti ve pamuğa dayalı sanayinin gelişmesi Hacı Ömer Sabancı gibi yeni zenginlerin oluşmasını, Akbank’ın bir

Adana sermayesi olarak Türkiye’nin yaşantısına girmesini sağlıyor. BOSSA başta olmak üzere, eski zengin Bosnalı Salih’in malvarlığı da Sabancılar’ın denetimine geçiyor.

Hızla biriken böylesine bir sermaye, bir tarım kenti olan Adana’yı birdenbire bir sanayi kenti haline getirerek yıldızlaştırıyor. Türkiye’nin ilk barajlarından Seyhan, İstanbul ve Ankara’dan sonra ilk havaalanı olan Adana Havaalanı’nın uluslararası trafiğe açılması, İncirlik’te Amerikan Üssü’nün kurulması gibi birçok ilk, Adana’da yaşanıyor. İkinci Dünya Savaşı’nın bitiminden beri Türkiye’de ve daha çok da Adana’da Amerikalılar ile temaslar başlıyor.

İncirlik Amerikan Üssü ile ilgili çalışmaların başlamasıyla birlikte, Adana’da Amerikalı bir nüfus oluşu- yor. Adanalılar için Amerika uzaklığını kaybediyor. Artık varlıklı aileler Amerika’ya gezmeye gitmekte, çocuklarını oraya eğitime göndermek- tedirler.

***
İşte tam böyle bir dönemde 1950 yılının sonbaharında Güneş Hoca okumak için Amerika yolunu tutar. İsterseniz o günleri kendi ağzından dinleyelim;
“Babam daha 11. sınıfta iken beni yurtdışında okumaya göndermek is- tediğini söylemeye başlamıştı. Ama öğretmenlerim okulu bitirip gitmenin daha doğru olacağını belirterek onu durdurdular.  (DEVAMI YARIN)

    Bir yanıt yazın

    E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

    Röportaj

    Sağlık

    Spor