AMERİKA ECEVİT VE DEMİREL’E KİNLİYDİ

BİRİNCİ BÖLÜM
12 Eylül Darbesi’nin arkasında Amerika Birleşik devletlerinin olduğuna inanılır. Bu inancı güçlendirecek veriler az değil. En azından, 12 Eylül sabahı Beyaz Saray’da söylenen “Bizimkiler başardı” sözü bile yabana atılamaz. Kaldı ki, Demirel’in ifadesiyle “Amerika kincidir, unutmaz. Sabırla bekleyip fırsatını yakalayınca intikam alır.”
Ayrıntılar çok yazıldı, çok çizildi. Kısacık özetlerle Amerika’nın Ecevit ve Demirel’den neden “gıcık” kaptığını anlatalım.
Bülent Ecevit’in barışseverliği tartışılamaz. Şair ruhlu, karınca ezmez karakterli, dosdoğru bir devlet adamıydı. Atatürk Tezgâhının temel direklerinden İsmet Paşa’dan eğitim almış, onun yanında yetişmişti.
Bütün uğraşılarına karşın Kıbrıs Türklerine uygulanan zulüm ve Megalo-İdea (Kıbrıs’ı Yunan Adası Yapmak) taraftarlarının harekete geçmesi üzerine 1974 Barış Harekâtı ile Kıbrıs’ın Kuzey Bölümünü Türk Toprakları haline getirdi. Bunu yaparken de, Adnan Menderes tarafından 1960’da Londra’da imzalanan garantörlük anlaşmasının açık koşullarına uymuştu.
Amerika, Adana tabiriyle, dellendi. Yıllar yılı yakın müttefiki saydığı Türkiye’ye ağır ambargo koydu. Aynı ambargo, bazen açık bazen kapalı olarak Avrupalılar tarafından da uygulanmaktaydı. Başbakan Ecevit, koalisyon Ortağı olan Milli Selamet Partisi ile sorun yaşamaya başlamıştı. Kıbrıs Zaferini kendi eseri olarak göstermeye çalışan MSP yöneticileri hükümet içinde de uyumsuzluklara yol açıyordu. Ecevit, halk nezdinde topladığı puanla erken seçime gidilebilmesi için 18 Eylül 1974’te istifa etti. Ancak istifa erken seçimi sağlayamadı. Ülke 6.5 ay kadar hükümetsiz yönetildikten sonra tarafsız Profesör Sadi Irmak Başkanlığında yeni hükümet kurulabildi. Irmak Hükümeti güven oyu alamamasına karşın Kasım 1974’te başladığı yönetimi Mart 1975’e dek sürdürdü. Süreç içinde sağ-sol çatışması giderek artmaktaydı. Zaten ambargo ile yoğunlaşan ekonomik kriz ülkede yeni arayışlara yol açtı. 31 Mart 1975’te, Süleyman Demirel Başkanlığında Adalet Partisi, Milli Selamet Partisi, Milliyetçi Hareket Partisi ve Cumhuriyetçi Güven Partisi ortaklığında “Birinci Cephe Hükümeti” diye anılan yönetim idareyi ele aldı. Ne var ki, içerideki sağ-sol çatışması hız kesmiyordu. Başbakan yardımcılarından Alpaslan Türkeş, MHP’li “komandoları” Güvenlik Güçlerine Yardımcı olarak ilân etti ve bundan sonra karşılıklı cinayetler, anarşist olaylar ve gasplar birbirini takip etmeye başladı.
YARIN: DEMİREL 21 ABD ÜSSÜNÜ KAPATIYOR
GİRİŞ:
“BİR SAĞDAN, BİR SOLDAN”
1980 İhtilâlinin Başkanı Orgeneral Kenan Evren yıllar sonra bir televizyon röportajında böyle söylemişti. Bu ifadeyle, idamların infazında ne denli adil davrandıklarını ifade ederek öğünmüş oluyordu.
12 Eylül Darbesi’nin Amerika güdümünde plânlandığı her ne kadar ciddi taraftar bulan iddia ise de, o zamanki üst düzey komutanların davranışı da dikkat çekiciydi. Sıkı Yönetim’le kendilerine verilen çok geniş karar ve uygulama yetkisini kullanmak yerine “İç karışıklıkların” belli düzeyde devam etmesine göz yumuluyor gibiydi. Nitekim İhtilâlden çok sonra, Süleyman Demirel, “Sıkı Yönetimle istedikleri her şeyi yapabilecekken 11 Eylül akşamına kadar devam eden çatışmalar 12 Eylül sabahı bıçakla kesilir gibi durdu ve binlerce suçlu, aynı sabah yakalanarak stadyumlara dolduruldu.” diyecekti.
Darbe sonrasında; resmî rakamlara göre 650.000 kişi gözaltına alındı, 230.000 kişi askerî mahkemelerce yargılandı. Cezaevlerinde, 171’i işkence sonucu olmak üzere yaklaşık 300 kişi öldü. 48 kişi idam edildi. 1 Milyon 683 bin kişi de fişlendi. Siyasette önde gelen liderler gözaltına alındı ve 10’ar yıl siyasi yasakla cezalandırıldı.