ASRİ DONDURMALAR KUŞKU YOK ‘ASRİ’YDİ

60-70 yıl önce biz gerçek dondurma yerdik. Su katılamamış süt, şeker ve hakiki salep soğanıyla yapılırdı. Salep, Saimbeyli’nin Kuzey yüksekliklerindeki Cöbük Vadisinden getirilirdi. Belki bilmediğim başka katkı maddeleri de vardı. Sonuçta, gerçekten de nefis ötesi kaymaklı dondurma üretilirdi.

Komşu avlulardan birinde kiracı olan dondurmacıyı defalarca izledim. Dövme bakırdan, kalaylı, düzgün silindir kazanında yapardı dondurmayı.

Kazanın çapı 40 santim, derinliği de 70 santim dolaylarındaydı. Her sabah sütü savura savura kaynatıp soğumasını beklerken, yine düzgün silindir şeklindeki tahta fıçının ortasına bakır kazanı yerleştirirdi. Ardından da, kırarak küçülttüğü buz parçalarını kazanla fıçı arasındaki yaklaşık 8 santim kadar olan boşluğa, tuzla karıştırarıp döve döve, sıkı sıkı yerleştirirdi. Tabii kazanın altında da buz parçaları olurdu.

Soğuyan sütü, kattığı salep, şeker ve bilmediğim sair madde veya maddelerle karıştırıp bakır kazana dökerdi. Ardından, oturttuğu üstü tutamaklı kapağı kapatıp kazanı habire döndürürdü. On on beş dakikada bir kapağı kaldırıp kazanın duvarlarındaki katılaşmış dondurmayı özel manivelasıyla ortaya doğru çeker, döver ve yeniden döndürmeye koyulurdu. Böyle böyle, en azından bir veya bir buçuk saat sonra dondurması hazır olur, bakır kazanı bembeyaz boyalı tertemiz dondurma arabasına yerleştirirdi. Arabanın üstünde, üç etrafta, tornadan çıkma boğumlu ve bu kez kırmızı boyalı çıtalarla çevrili kutucuklar vardı. Külahlar ve daha çok isteyenler için cam kâse ile kaşıklar bu kutucuklarda olurdu. Dondurması gerçekten nefisti. Sonraki yıllarda o nefasete yaklaşacak dondurma yediğimi anımsamıyorum.

ASRİ DEDİK YA!..

Zaman geldi, bildiğimiz dondurmanın yanı sıra leymunlu (limonlunun dondurmacası) ve fişneli (vişnelinin dondurmacası) dondurmalarla da karşılaşır olduk. Derken, 1950’li yılların ilk yarısında, asri derler bambaşka bir dondurma satılır oldu. Her bakımdan asri idi. Bildiğimiz dondurmadan çok farklıydı. Alt çapı 3, üst çapı iki santim kadar, boyu 10-12 santim dolaylarında yuvarlak silindirdi bu dondurma. Tertemiz ağaç şişlerde, üstü yine suya dayanıklı tertemiz kâğıtla kaplı olurdu.

İlk kez yediğimde bizim dondurmalardan çok farklı olmasına karşın hayli lezzetli hoşlanmıştım. Yumuşaktı. Bir bakıma, slaş denilen kıvamlı sıvının biraz daha katısı sayılırdı. Ağızda dağılıyor, dil üstünde yavaş yavaş ve tadını bırakarak eriyordu. Katılan meyveyi renginden tanıyabiliyorduk. Sütlüsü, kayısılısı, limonlusu, vişnelisi, kavunlusu vardı. Bisiklet arkasına oturtulmuş, etrafı keçelerle izole edilmiş fıçıcıklarda satılırdı. İyi de tuttu. Fakat her nedense çok sürmedi, piyasadan çekildi.

Dondurma çekildi ama “Asri” nitelemesi varlığını sürdürdü. Tam olarak “zamana göre” yani “çağdaş” demekti. Örneğin Adanamızın ilklerinden olan kışlık Asri Sinemayı söyleyebiliriz. Asri terziler vardı. Giyimi kuşamı gösterişli, makyajı düzgün kadınlar da asri sayılırdı.

EEESKİMOVVAAA!..

Asri dondurmadan sonra, dondurulmuş, meyve özü ve belki biraz da boya katkılı eskimo çıktı piyasaya. İlk yapılanlar daha düzgünken zaman içinde çok yozlaştı ve artık satılmaz oldu. İzolasyonlu, askılı özel kutularda satılırdı. Satıcıların tamamı “Eeeskimovvaaa!..” diye bağırırdı. Katı buz olduğu için birçok aile çocuklarına yasaklamıştı. Benim için de, bademcikleri sık sık şişen biri olduğumdan, “zinhar yasak ve tehlikeli madde” sayılmıştı.

Bişiy deyim mi; dünya giderek asrileşirken bizim halimiz yozlaşmış eskimoya mı döndü, n’ooldu…

 

    Bir yanıt yazın

    E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

    Röportaj

    Spor