ATATÜRK, “SULTANLIK DEĞİL HÂKİMİYET-İ MİLLİYE” DİYOR

Yedi düvelin ağzı salyalı saldırgan ordularının paylaştığı Anadolu yokluk, yoksulluk ve işgalcilerin koyduğu yasaklarla perişandı. Mondros Anlaşmasıyla askerimiz terhis edilmişti. Garbın tek dişli canavarları bu koşullarda bile son Osmanlı Saray patronlarının borcunu bizden istiyordu.
AÇ PARANTEZ
İsmet Paşa’yı anlatırken Süleyman Demirel şöyle konuşuyordu: “İsmet Paşa büyük adam. Osmanlı subayları arasında paşalar, mareşaller varken, Dev Adam Atatürk Garp Cephesi Komutanlığına Miralay (Albay) İsmet’i görevlendirdiğine göre, İsmet Paşa büyük adamdı.
KAPA PARANTEZ
Yukarıda arz ettiğimiz koşullar altında yepyeni ve özgür bir devlet kurup teşkilâtlandıran lideri “Dev Adam” olarak niteleyen Demirel’e hak vermemek mümkün mü!..
Ve o dev Adam, ülke genelinde liderliğini kabul ettirmişken, elini kolunu sallaya sallaya saraylardan birine gidip Padişahlığını ilân edebilirdi. Kuşku yok, halkın tamamı “Halaskâr” yani kurtarıcı olarak benimsediği Mustafa Kemal Paşa’nın padişahlığını peşin peşin kabul etmişti bile. O kadar ki, yıllar sonra babaannem o günlere ait anılarını anlatırken “Atatürk sultan olduğunda…” diye başlardı.
PADİŞAHLIK YERİNE HAKİMİYET-İ MİLLİYE
Paşa’ya saltanat koltuğuna oturması için telkinler de yapılıyordu. Fakat o, “Hakimiyet-i Milliye”, yani Ulusal Egemenlik peşindeydi. Kısacası, tüm yetkilerin, biraz yumuşatalım, son sözün tek adamda olmasını değil, halkın halk temsilcileri tarafından idare edilmesini istiyordu. Kolay olmayacaktı. Tee Orta Asya’dan bu yana hep bir baş altında idare edilmeye alışmış toplumu demokrasiyi anlatmak elbette zordu. Ne var ki, Anadolu Paşa’sına inanıyor ve güveniyordu.
23 Nisan 1920 günü Türkiye Büyük Millet Meclisi açıldı. Başkanlık Kürsüsünün arkasında “Hâkimiyet Bilâ kayd-ü-şart Milletindir” yani, “Egemenlik kayıtsız-koşulsuz Ulusundur” yazılıydı. Cumhuriyet’e giden yolun en önemli köprüsü işte o gün tamamlanmış oluyordu.
KUTLAMALAR
Ulusal Egemenlik kavramının kök salması için kutlamalar düzenlendi. İlk kutlama, saltanatın kaldırılmasının birinci yıldönümü olan 1 Kasım 1922’de yapıldı. Öte yandan, Himaye-i Etfal Cemiyeti (Çocuk Esiregeme Kurumu) da 1927’den itibaren Atatürk’ün himayesiyle 23 Nisan’da Çocuk Bayramı kutlamaya başlamıştı. 1935 yılına gelindiğinde, iki bayram adeta kendiliğinden birleşerek Ulusal Egemenlik ve Çocuk bayramı oldu.
İçim buruk. Bazı ciddi olumsuzluklara bağlı olarak binlerce çocuğumuzun çektiği ıstıraba tanık olmaya tahammül edemiyorum. Yine de, Ulusal Egemenlik ve Çocuk bayramını kutlayarak ümit ışıklarını parlatmak istiyorum.