Avrupa’da obezitenin en fazla görüldüğü ülke: Türkiye

Vücutta aşırı miktarda yağ dokusu birikimi nedeniyle ortaya çıkan ve sağlığı olumsuz etkileyen kronik ve ilerleyici bir hastalık olan obezite, Dünyada olduğu gibi Türkiye’de de halk sağlığını önemli ölçüde tehdit eden ve sıklığı giderek artan bir sorun haline geldi. Obezite sıklığının ülkemizde yüzde 30’un üzerine çıktığının ve Avrupa’da obezitenin en fazla görüldüğü ülke konumuna geldiğimizin altını çizen DoktorTakvimi uzmanlarından Endokrinoloji ve Metabolizma Hastalıkları Uzmanı Dr. Hümeyra Bozoğlan” 4 Mart Dünya Obezite Günü” vesilesiyle önemli bilgiler paylaştı.
Obezite tanısının hastanın kilosunun, boyunun ve bel çapının ölçülmesi ile konulduğunu ifade eden DoktorTakvimi uzmanlarından Endokrinoloji ve Metabolizma Hastalıkları Uzmanı Dr. Hümeyra Bozoğlan: “Obezite tanısında ve derecelendirmesinde en yaygın kullanılan kriterlerden biri, kişinin boy ve kilosu ile hesaplanan Beden Kitle İndeksi’dir. 18 yaş üstü yetişkinlerde BKİ’nin 30 kg/m2 üstünde olması obezite olarak tanımlanır. Obeziteyi değerlendirirken kullanılan diğer önemli bir kriter de bel çevresidir. “Bel çevresinin erkeklerde 102 cm, kadınlarda 88 cm üzerinde olması, abdominal obezite varlığını gösterir” dedi.
Modern yaşamın getirdiği değişiklikler obezite görülme sıklığını artırıyor
Obezitenin genetik, çevresel, davranışsal ve hormonal faktörlerin karmaşık bir etkileşimi sonucu ortaya çıktığını dile getiren Uzm. Dr. Hümeyra Bozoğlan, hormonal hastalıkların ve metabolik faktörlerin de obeziteyi tetikleyebildiğini söyledi ve ekledi: “Tiroid bezinin az çalışması (hipotiroidi), polikistik over sendromu, insülin direnci ve Tip 2 diyabet, menopoz, Cushing sendromu, cinsiyet hormonlarındaki eksiklikler (hipogonadizm), stres, kortizol hormon fazlalığı ve leptin direnci bu faktörlerden bazılarıdır.”
Günümüzde modern yaşamın hayatımıza getirdiği değişikliklerin de katkısıyla obezite görülme sıklığının her geçen gün arttığını söyleyen Uzm. Dr. Hümeyra Bozoğlan sözlerini şöyle sürdürdü: “Üstelik sadece yetişkinlerde değil, çocukluk ve adolesan dönemlerde de obezite daha sık görülmektedir. Tahminlere göre dünya genelinde yetişkin nüfusta obezite görülme sıklığı yüzde 13, fazla kilo görülme sıklığı ise yüzde 39’dur. Buna göre dünya genelinde yaklaşık 650 milyon bireyde obezite bulunduğu tahmin edilmektedir. Dünyada olduğu gibi, Türkiye’de de obezite halk sağlığını önemli ölçüde tehdit eden ve sıklığı giderek artan bir sorun haline gelmiştir. Araştırmalar obezite oranının ülkemizde yüzde 30’un üzerine çıktığını ve Avrupa’da obezitenin en fazla görüldüğü ülke konumuna geldiğimizi göstermektedir.”
Obezite birçok kronik hastalığın gelişmesine zemin hazırlıyor
Uzm. Dr. Hümeyra Bozoğlan: “Obezite, sadece hastanın estetik görünümünü ve hayat kalitesini etkilemekle kalmaz, aynı zamanda birçok kronik hastalığın gelişmesine ve daha kontrolsüz seyredebilmesine zemin hazırlar. Kalp hastalıkları, yüksek tansiyon ve inme riskini artırır; ani ölüm riskinde de artış söz konusudur. İnsülin direncine ve Tip 2 diyabete yol açabilir. Ayrıca karaciğer yağlanması ve kronik karaciğer hastalıklarına da zemin hazırlar” dedi.
Obezitenin kanser gelişme riskini de artırdığı uyarısında bulunan Uzm. Dr. Hümeyra Bozoğlan, obez hastalarda meme, kolon, endometriyum, böbrek ve karaciğer kanseri gibi bazı kanserlerin daha sık görüldüğünü, uyku apnesi ve astım gibi solunum sorunlarına neden olabildiğini söyledi. Eklemler üzerindeki aşırı yükün, osteoartrit gibi hastalıkların gelişimi ile hareket kısıtlılığına da neden olduğunu ifade eden Uzm. Dr. Bozoğlan, bunların yanında hastanın sosyal ilişkilerini, benlik saygısını etkileyerek depresyon, anksiyete gibi psikolojik sorunlara neden olabildiği yönünde uyarıda bulundu.
Sağlıklı ve dengeli sürdürülebilir bir beslenme planı şart
Uzm. Dr. Hümeyra Bozoğlan: “Obezite tedavisinin temelini, sağlıklı yaşam tarzı değişikliklerini benimsemek ve sürdürebilmek oluşturur. Hedef vücut ağırlığına inmek ve verilen kiloyu korumak amacıyla tüm obeziteli bireylerde sağlıklı ve dengeli sürdürülebilir bir beslenme planı oluşturulmalıdır. Ayrıca düzenli fiziksel egzersiz planlanmalıdır. Günlük hareketi artırmak, haftada en az 150 ila 300 dakika arasında orta şiddette egzersizler ve kas kütlesini artırmaya yönelik direnç egzersizleri eklenmelidir. Davranış değişikliği terapileri ile yeme davranışlarının düzenlenmesi, stres yönetimi, duygusal yeme sorunlarının çözümü ve motivasyon artırıcı teknikler de obezite ile mücadelede uygulanabilir. Bu yöntemlere ilave olarak hastalar farmakolojik ve girişimsel tedavi yöntemleri açısından da değerlendirilmelidir” dedi.
İlaç tedavisi olarak ağızdan alınan tedaviler ve iğne tedavileri uygulandığını, bu tedavi seçimleri yapılırken hastanın klinik durumunun, eşlik eden diğer hastalıklarının, aile öyküsünün gözden geçirilmesi gerektiğini söyleyen Uzm. Dr. Hümeyra Bozoğlan, yaşam tarzı değişikliklerine ek olarak hastaya özgü, uygun ilaç tedavisinin hekimi tarafından düzenlenmesi ve takibe alınmasının gerektiğini ifade etti. En az altı ay süren bu yaklaşımlarla yeterli kilo veremeyen veya daha önce verdiği kiloyu muhafaza edemeyen, aynı zamanda kontrol altına alınamayan diyabet, yüksek tansiyon gibi kronik hastalıkları olan hastaların obezite cerrahisi açısından değerlendirilmesi gerektiğini de önemle altını çizdi.
Her obez hasta cerrahi tedavi adayı değildir
Uzm. Dr. Hümeyra Bozoğlan: “Obezite cerrahisi, ciddi obezitesi olan ve diğer yöntemlerle (diyet, egzersiz, ilaç tedavisi gibi…) kilo veremeyen kişilerde uygulanan etkili bir tedavi yöntemidir ancak her obez hasta, cerrahi tedavi adayı değildir. Cerrahi müdahale için belirli kriterler vardır. Öncelikle hastanın beden kitle indeksi ile eşlik eden diğer hastalıkları değerlendirilmelidir. Cerrahiye engel teşkil edebilecek ciddi sağlık sorunları (kontrolsüz kalp hastalığı, ileri evre karaciğer hastalığı gibi…) olanlara cerrahi tedavi önerilmez. Yeme bozuklukları, madde bağımlılığı veya ciddi psikiyatrik sorunları olanlar da cerrahi için uygun hastalar değildir.
Obezite cerrahisi planlanan hastalara, ameliyat sonrası dönemde uyması gereken yaşam tarzı değişiklikleri hakkında kapsamlı bilgi verilmelidir. Bu değişikliklere uyum sağlayabilecek motivasyona ve bilince sahip hastalara cerrahi tedavinin uygulanması önerilir. Cerrahi yöntemler obezite hastalarında kilo kontrolü sağlanmasında etkili tedavi yöntemleridir. Cerrahi müdahale sonrası kilo kaybı ile birlikte hastanın metabolik değerlerinde iyileşmeler gözlenir. İnsülin direnci, diyabet, tansiyon ve kalp hastalıklarının seyrinde olumlu değişimler meydana gelir” dedi.
Tüm bu olumlu sonuçlara karşın, hastalarda uygulanan cerrahi prosedürlere de bağlı olarak sindirim sistemi ile ilgili problemler, çeşitli vitamin ve mineral eksiklikleri, kemik erimesi, safra kesesinde taş gelişimi veya ani şeker düşmesi gibi metabolik dengesizliklerin de gelişme riski olduğu konusunda uyaran Uzm. Dr. Hümeyra Bozoğlan, uzun dönemde özellikle yaşam tarzı değişikliklerine dikkat edilmezse kaybedilen kilonun geri alınmasının da obezite cerrahisi uygulanmış hastalarda karşılaşılan önemli sorunlardan biri olduğunun altını çizdi.
Obezite farkındalık ve motivasyonla önlenebilir
Obeziteyi engellemek için aslında en temel şeyin sağlıklı bir yaşam tarzını oluşturmak ve bunu sürdürmek olduğunu dile getiren Uzm. Dr. Hümeyra Bozoğlan: “Dengeli ve sağlıklı içeriklerden oluşan bir beslenme planı uygulanmalı. Ne yediğimize, ne miktar yediğimize ve saat kaçta yediğimize dikkat etmeliyiz. Hazır ve katkı maddeler içeren paketli gıdalardan, kalorili hazır içeceklerden olabildiğince sakınmak gerekir. Biz ne kadar hareketli olursak, egzersiz yaparsak metabolizmamızın da hızı artar. Hareketsiz yaşam obezite için en büyük risklerden biridir. Haftada en az 150 dk. egzersiz yapılmasının hem kilo kontrolüne hem de metabolik sağlığa katkısı çok fazladır. Sağlıklı bir uyku düzeni oluşturmak ve kaliteli bir uyku yine metabolizma hızını etkileyen faktörlerdendir. Stres kontrolü sağlamak hem metabolizma hızına, hem de duygusal yemenin önlenmesine katkıda bulunur. Yeterli su tüketmeyi de unutmamak gerekir. Aile genetiğinde obezite olan kişilerde bile alınan sağlıklı önlem ve davranış değişikliği ile kişide obezite gelişiminin önlenebileceği unutulmamalıdır. Bu konuda bilinçli ve farkındalıklı olmak, motivasyonu korumak çok önemli” dedi.
Bu önlemlerin alınması ile zaten kişinin sirkadyen ritmi ve metabolizma hızı daha sağlıklı olacağına dikkat çeken Uzm. Dr. Bozoğlan, sözlerini şöyle bitirdi: “Beslenme ve stres kontrolü ile insülin direncinin azalması sağlanır. Metabolizma hızının sağlıklı olmasında katkısı olan tiroid, cinsiyet hormonlarında ve diğer hormonlarda sıkıntılar varsa bunların düzenlenmesi yine obeziteye karşı önemli fayda sağlayacaktır. Bu açıdan hekim kontrolünden geçmek oldukça önemlidir.” (BÜLTEN)