“AVUNTU” ŞİİRLERİ(*)

“Bulutun Öğüdü” adlı ilk şiiriyle Söylem’den edebiyat evrenine merhaba diyen Demet Duyuler, “İçimdeki Çığlık Dışımdaki Sessizlik”(2008), “Kırılgan Bakışlar” (2010) ve “Sarı Sıcak Deli Mavi” (2013) ile geçtiği yazınsal kilometre taşlarını “Avuntu” (2016) ile sürdürüyor ki; bu seyredişin parolası ise, “Sözünü yerine getirmenin erinciyle biricik bacısı Zekiye Çağımlar”a adadığı bu kitap…”
İlk gençliğimi kucaklayan ne varsa
dağ yeli kekik kokusu yalnızca onun bildiği gök meselli çayır çimen denizi ömrümün bir akşamında birden geri çeker kendine beni (Söz Çağımlar Vakitte-s.44) Olumlu bir ön yargıya fırsat vermeyen, “Dışı seni yakar, içi beni…” çağrışımını da ardı sıra anımsatmakla birlikte de “Aferinli Yıldızlar”, “Karanfil Anlatıyor”, “Ölümsüz Acılar Önünde”, ”Haydi Yürüyelim”, “Arabesk Portre”, “Uzaklara Dokunmak”, “Bir Sayfanın Eşiğinde”, “On Yedi Şubat Ağıtı”, “Şanslı Acı”, “Bir Tutam Hüzün”, “Sesime Sokul”, “Zaman Ürperir”, “Ömrün Sokağında”, “Güzelliğin Gölgesinde”, “Yağmur Yılgını” ve “Dolunay Altında”gibi kimlik sunan o sanatsal albenisini ihbar etmenin aksine; yanlış duruş sergilediği duyumsanmasının karşısına dikilen “Çağımlar Vakti”nin de, estetik adına “Avuntu”ya göz büyüttüğü bir gizli buluşmanın reflekslerini oluşturduğu da gözden kaçmayabilir. Genel çerçeve böyle olsa da, hani o “içi beni yakar” vurgusunun bir sorunsal algı olup olmadığına da bakmak gerekir her ne kadar elimizde büyüdü teminatının göz kırpmak istenmesine rağmen. Tam da güz ortasında dün eskisi arzularla uzaktan gelen konuk çalıyor kapısını suskunluğun.(Avuntu-S.32) Flu ve benmerkezci şiirden öte sorgulayıcı/toparlayıcı bir tavırla “kendine yürüyen”; “Bir demet karanfil/..”söyleminin şirinliğiyle çıktığı yoldaki suskunlukla özdeşen algısında Demet Duyuler; sessizliğin sesi adına, “…/koparılan bir dal karanfil gibi/içine akıtılan son çığlığın/…” (s.20) hüznüne koşut “içine ağlayan bir kalbin/anaç bulutlardan indirdiği/sesi…/…” duyusal devinimler hâlindeki yaslı sağanaklar da”(s.20) savurduğu görülür. “Aşk yüzünden/boş sokaklarda yalnız yürüyen/yürekle küs aklınız/görebilse çocuk gözlerinizle/güzelliğin gölgesinde barışır”(Güzelliğin Gölgesinde-s.39) derken de “Uzun Etme İki Gözüm” (s.41) adlı şiirinde, doğayla güçlendirdiği renklerini aşka taşıyıp, ayrıca ister istemez Ataol Behramoğlu’nun “Yaşadıklarımdan Öğrendiğim Bir Şey Var”ına gönderme yapan bir duyarlılıkla; “Gecikmeli de olsa/ikimiz de öğrendik artık/ nefesimiz sayılı dünya sahnesinde/hiçbir şey değerli değilmiş yaşamak kadar.”(s.53) adlı “Bir Değişim Var Her Zaman” adlı şiirinin ardından sanırım şu dizeler güzel gider: Esirgeme tek heceyi ayaz döken günlerde ince düşün kalın giyin üşütme bizi -sesime sokul (Sesime Sokul-s.28) Şiir içeriğinde, simgesel bir konum taşıyan yıldızların ise ayrı bir önemi olduğu düşünülebilir. “yıldız kaydıran”(s.43), “yıldız çiçeği”(s.44), imgelemine eklenen “…/ıssızlığın büyüttüğü/çocuk kalbimden/yıldızların haberi olmaz”(s.42) dizelerinin yanı sıra; imge/simge işlevinin öznel bir sonucu olduğu anlam uzantısı görülür… Bilindiği kadarıyla yıldız ışıldayan, aydınlatan, bahtı uyanan, kabul görendir.. Hak eden bir “aferinin” aday gizli bir içsel tutkusallığı da dalgalandıran “yıldızı yüksek dizeler” (s.33) bu bağlamda değerlendirilebilir. İlk sayfada açmış çiçekler gülümsüyor sezdirmeden uzun kısa çizgiler arasında her rengi tansık ebem kuşağına (Aferinli Yıldızlar-s.9)
*RENK VE DOĞA
“siyah-beyaz”, “mavi-sarı”(s.30), “tütün sarısı”(s.38) “kül rengi sevinçler”(s.49)“ gibi renksel desenlerin serpildiği dizelerde yaşama sevdası maviye (S.60) ölçüttür; mavi, gökten içilir. (S.46) Burda, “şiirin velisi”, ”güzel işçi kadınlar”, ”bizim Orhan” (s.46-47) çizgisine uyan bir anımsamayla Orhan Veli’ye de bir selam gönderilir…
Somut imge/benzetmenin el ele vererek ortaya koyduğu “Bir kentin ayak ucundan/mahalleye giren sokak/çiçek koklardı bir zaman/…”(s.48) gibi bir yanılsamasından(!) nostaljik bir anı olarak söz edilirken; kıyısından köşesinden de eleştirelliğe girilmiştir bir yerde… “…/kollarını çeke çeke/çardağa doladığımız asma/…” uyaksı bir sevimlilikle mevsimine hazırlanır, “…/savrulan gazellerin hüznünde/zaman bir içimlik su olur/…” ki… … albenili hayal avuçlarımda kadehim kırık değil henüz (Tevekler Arasında-s.19) Zamanın ötesine/berisine soyuttan somuta görselleşerek çarpan duygulanımlar algısı söz konusu… Dönemsel olarak algılama gerçeğine uyan hatta üçüncü kişilerin bile sırası geldiğinde aynı duygulanımları bildiği düşünülen bir katılım aşaması eşliğinde, başka şeyleri de düşünerek ”…/geçmek bilmezken günler…”eyvahına kapılabilmek gibi olası burukluğuyla söze başlarken; “Şimdilerde zaman/terk etmiş eski bir sevgili/gün yüzünü göstermeden/önümüz sıra hışımla geçip giden”(s.16)… Anlatsam ömre sığmaz” dediğinde Duyuler; anlatmayın kalsın… Şiirler, sırası geldikçe gereğini yapıyor denilebilir.
*ÖLÜM: “ürküten servilerin” (s.54) gölgesinde karamsar içeriğin filiz verdiği başat yerlerden biri de ölümcül izlektir. “Bize kalan/ömürden uzundu/”ki belki”/bir aşkı avutmaktı/gezindiğin bütün ovalarda baharını ağlayan (s.24) eyvahındaki dizeleriyle, sanatsal devinim sonucu şiiriyle örtüşen imgelerin de genel anlamda uzantılılığından söz edilebilir. Yangınların en sıcağında kül giyinmiş göksel ateş bin daha yanıyordu geceye kapattığım anılarda”(s.34) “kül kesilen kalp”, ”alev salkımı”(s.27), “bal ışığı”, ”sevgi susuzu kuytular”(s.32), “delikanlı bahar”(s.28), “genç bir kahkaha”(s.35), “dün eskisi”(s.32), “ergen sevinç”(s.33), “silme sevinç” (s.51), “ipil bakışlar”, “an dökmek anılardan”(s.38), “yol yorgunu kırlangıçlar”(s.49) ve “hicaz kıvılcımlı şarkı”(s.42) gibi kol kola girdiği sözcükdaşlarıyla bezenen somut/soyut imgeler dizeden şiire büyüyüp derinleşerek örtüşüp, erişirken yansıttığı anlam katmanlarıyla da: ‘Şair fark edendir, ettirendir, buluş, hâl ve olgulara tanım kazandırırken anlam ve algı derinliği yaratabilendir.’ gibi bir vurguya da parmak basar. çılgın anılar eskirmiş/yüreğimizde gezdirdiğimiz anılarda”(s.52), “…/yitik sevdamı s/imgeleyen/birkaç geveze çiçek/ısrarla an döküyor anılardan”(s.38) “kendime söz geçmez gecede/bir kez daha yıldız dedim/ilk gençliğe açılan kapıya”(s.34) dilimin üstünde pas tutmuş sözler yüz bulup niyetimden ışıldar anlamını”(s.39)
*MASALIMSI: Sözcüklerin halk bilimi katındaki şiire özgü seramonik merasimi sürer… “ıpıldamak”(s.22), “gökçek kuşlar”(s.60), “gök kanatlı kuşlar”(s.21) gibi öz Türkçe güzel, yalın dil sunumlarına ek olarak; “mıhlanmak”( ),”mesel”(s.55), “hay huy”(s.21), “tiril tiril”(s.36), “gadan alayım”(s.52), “hoş beş etmek”(s.49), ”ciğer oyan ağrı” (s.54),”gül kokulu lokum”,”küncülü şeker” gibi folklorik değinileri de olan nostaljik güzellikler de özlenilen anımsamalı dizelerdeki yerini bulur. Uzak şehirlerde acıları kırıp döken bir uzun havadan yalpalayarak beni büyüten avluya düştüm”(s.36) “Söylenti”/sç15) bir ucu yaşamda, sevgide olan şiirinin öncesine ses veren bir halk bilim kıpırtısının masalımsı fısıltılar yaydığı da öteden beri bilinen bir şey olsa gerek. Folklordan doğaya uzanan bu şiirsel iletişimde merkezi bir doğa olgusu olarak suyun özdeş bir benlikle örtüşerek yer bulan yalın/duru anlatımıyla derinliklerde boy verdiği gözlenir. Kırık bir dal parçası geçen bahardan bu yana dizi dibinde oturduğu suya masal anlatıyordu (s.15) Bu konumda ayrı bir önem ve vurgu taşıyan “…/kimselere okutmadığı ömrü(nün)/tıngır mıngır yuvarlanırken de saklı ve değinili yarı/yaralı bir fabllıkla öznel bir yanılsama yansıtmak isteyerek “suya masal anlatması” da bir ilginçlikten öte naifsi bir sevginin başı çektiği uzanışla her ne kadar “avuntu”lu bir dirençle pastorallığa göz kırpsa da sırılsıklam bir natürmort gerçeğini özde kurutamaz. Gel zaman git zaman iç yangınıyla diz çöktüğü susta “su” diye diye kurudu diyor. dağ yollarında göğsüme bastırdığım sesi kırık yağmur kokulu rüzgâr (s.15)
*ÇOCUK-YURT “…/olgun başaklar tarlasında/yaşımla büyüyen bir çocuk/yüreği engin sevgilerde”(s.9) Ve sonra, D grubu adına bir demet karanfil anlatıyor, ağır yaralılar listesinde/tomurcuğunun adını gören/bir annenin ağıtı/…” adına… Eylül sarısı değil şu baktığın ,yaz nakışlı yürekleri üşüten gencecik yaprak ölüsü değil (Karanfil Anlatıyor-s.10) Tamam değil… Değilliği de dilin yeni renklerle oynamasından da belli… “Bir mavi düş uğruna gökyüzünü kuşlar kanatlarken; yanıtı, yürek örseleyen sorularla, “Kurşun sesli uykulardayken çocuklar”a (s.13) “gök bakışlı çocuklar”ı da eklemleyerek ideal bir dile duruş ve özgüven simgeselliğiyle “ uğruna baş konulan o yollara koyulan kardeş yüreklerin övünçlü bir yüzyıllık tarihsel ezgisini derin ve çok anlamlı çağrışımları olan güzel ve gerçekçi bir zamanlamayla dize aralarına taşır: Cumhuriyetin kurulduğu günden beri bir adın ülkü bir adın devrim senin -anla (Haydi Yürüyelim-s.13)
*TOPLUMSAL: “Pınar gözlüm vay/acılar içinde/sevgili yurdum”(s.17)
Demet Duyuler’in dizelerine yabancı değilim, daha önce de kitaplarını okuduğum, yayıncı olarak ürünlerini yayımladığım, kitapları hakkında yazdığım sanat dostlarından biri… Olumlu mesafe alan şiirlerinin son birkaç yılda nerden nereye doğru gittiğini izlediğim sanat dostlarındandır sonuçta. “Avuntu”da da, yaşama, insan ve toplum gerçeğini katmaya çalışması gibi bir duyarlılık da algılanıyor… “Söylenti”yle masala, geçiş yapan Duyuler; “Arabesk Portre” adlı şiiriyle de insana toplumcu bir esinti taşımakta… ”Gözleri bulutlu bir adam/Her akşam açar/Kırk yamalı düş sofrasını/…” duyarlılığıyla “alkış kıyametlerine (kan) ağlarken, kızılcık şerbeti içtim söylemine adeta yakın duran bir olgun ketumluk gizleyen Doğan’ın; şiir poetikasında, “Yaşanmış olan kadar/Yaşanmamıştan doğan/..”; “…/öznel ağrılar içinde”, varoşlar kanalıyla kente soktuğu “Arabesk Portre” şiiri insan/yaşam bağlamında bir geçiş noktası olarak değerlendirilebilir. “…/her sabah sil baştan/sille tokat diş tırnak/başlar yaşamak denilen kavga”,”yürekte kabuk tutturan…”(s.14) dizeleriyle de, emeğin saygın gücünün yaşamda yer tuttuğu yere yine o çocuk imgesinin duyarlılığından bakar… Arabesk ipotekli sokaklarda saçları rüzgâr taralı bir çocuk görür kocaman bakışlarıyla ardından koştuğu ekmeğin kanadığını
*(Arstshop Şiir/64 sayfa/Aralık2016/10 TL)