AZ DA OLSA, BAZI ÖYKÜLER MUTLU SONLA BİTER…

1970 yılı Temmuz ayı. İktisat doktorası yaptığım İngiltere’den dönüp AİTİA’da asistan olarak göreve başlayalı bir ay olmuş. Yıl sonu sınavları yapılıyor ve ben de sınavlarda gözetmen olarak görevliyim. Atatürk Parkı içindeki tarihi binanın bugün ayakta kalan tek salonu olan ve günümüzde resim galerisi olarak kullanılan salonda ikinci sınıfların İşletme İktisadı sınavı yapılıyor. Dersin hocası herkesin kitap ve defterlerini salonun ön tarafında bulunan bir masa üzerine bırakmasını söyledi ve sınav başladı.

Sınav başladıktan sonra İşletme iktisadı bölümü asistanı Zeki Uslu’nun (Prof Dr Zeki Uslu) en öndeki sırada oturan bir öğrencinin yanına sık sık gidip onunla konuşması dikkatimi çekti. O öğrenciye dikkatlice bakınca ders kitabının üstüne oturmuş olduğunu fark ettim ve yanına giderek, herkes gibi kitabını salonun ön tarafındaki masanın üzerine bırakmasını söyledim.

Öğrenci asistan Zeki Beyin de sürekli yanına gelip aynı şeyi söylediğini ama onun isteğini yerine getirmediğini, ben uyarınca kitabını kaldırırsa Zeki Beye karşı ayıp olacağını belirtti. Çok ilginç gelen bu bahane üzerine, “Kolayı var, Zeki Bey arkasını dönüp giderken kitabı kaldırırsın. Haydi, sana 2 dakika izin” dedim ve yanından ayrıldım. Zeki Beyin arkası dönük yürüdüğü sırada öğrenci kitabı altından alıp masanın üzerine koydu ve tekrar yerine oturdu. O öğrenciyle konuşmamı gören iktisat asistanı Mustafa Altıntaş (Prof Dr Mustafa Altıntaş) yanıma gelerek, “O çocukla sakın uğraşma. Belalı birisidir, geçen yıl Doçent Adnan Lavkan’ı (Sonradan Akademi Başkanı Prof Dr Adnan Lavkan) okul içinde tabancayla kovaladı” dedi.

Yeni göreve başladığım için ne öğrenciler beni tanıyor ne de ben öğrencileri tanıyordum. Belalı denen çocuk, tanıdığı asistanı dinlememiş ama okula yeni atanan ben uyarınca kitabını kaldırmıştı. Bu çocukla konuşmak ve sorunlarını öğrenmek istedim. Yanına gidip adımı söyledim ve oda numaramı vererek sınavdan sonra odama gelmesini, kendisiyle konuşmak istediğimi bildirdim.

Sınav bittikten sonra odama geçtim, bir süre sonra öğrenci odama geldi. Yer gösterdim, Adanalı olduğumu, 10 yıl ayrılıktan sonra memleketime yeni döndüğümü, öğrencilerimizle arkadaş olmak, ders dışında da onlara yardımcı olmak ve onlardan da bir şeyler öğrenmek istediğimi bildirdim.

Tanıdığı bir asistanın sözünü dinlemezken ilk kez gördüğü bana saygı göstermesinden etkilendiğimi, kendisini tanımak istediğimi söyledim. Öğrenci, oldukça kötümser bir hava içinde yaşamaktan bıktığını, kimsenin ona yardım edemeyeceğini, insanların onu sevmediğini, kendisinin de herkesten nefret ettiğini belirterek, kavga etmek ve başını belaya sokmak için fırsat aradığını söyledi. Adana’nın bir köyünden benim de uzaktan tanıdığım bir aileden olduğunu öğrenince daha da üzerine gittim ve sonuçta olayın özünü öğrendim.

Bir yıl önce Yaz dönemi sınavları bittikten sonra Ceyhan yakınlarında ailesinin yaşadığı köyüne dönmüş. Babasına da sınıfı geçtiğini söylemiş.

Bir gün köy kahvesinde otururken Adana’dan gelen minibüsten inen babası bir hışımla yanına gelmiş ve sınıfı geçtim diye beni kandırdın. Bugün Adana’ya gittiğimde okuluna uğradım ve sınıfta kaldığını öğrendim diyerek herkesin önünde hakaretler yağdırmış ve bir de tokat atmış. Gururu kırılan genç o geceyi yağmur altında evlerinin damında oturup hiç uyumadan geçirmiş. Sabah erken evden babasının ruhsatlı tabancasını alıp Adana’ya Akademiye gitmiş ve sınav sonuçlarının asılı olduğu tabelaya baktığında, kopya çektiği için ‘Pekiyi’ derecesi beklediği İşletme İktisadı sınavından ‘Geçmez’ notu aldığını görmüş.

Yukarı çıkıp dersin hocası Adanan Beyi bulmuş, çok iyi bir kağıt verdiği halde neden Geçmez notu aldığını sormuş ve hocadan kağıdını tekrar okumasını talep etmiş. Adnan Hoca, itirazın varsa Danıştaya dava açarsın, haydi şimdi defol buradan deyince de, belinden çıkardığı tabancayı hocasına doğrultmuş. Neye uğradığını bilemeyen ve korkudan titreyen Adnan hoca önde, o arkada, sınav kağıtlarının saklandığı Öğrenci Bürosuna gitmişler.

Öğrenciler, memurlar, asistanlar peşlerine düşüp engel olmaya çalışırken, çıkarılan sınav kağıdının üzerinde “KOPYA” notu, yanında da “ SIFIR” yazılı olduğunu görmüş. O anda asistanlardan biri koluna vurunca tabanca yere düşmüş. Ondan sonrasını hatırlamadığını, kısa süre sonra da kendisini bir hastanenin psikiyatri bölümünde yatar bulduğunu söyledi. O günden sonra birkaç kez daha kriz geçirip hastaneye kaldırılmış, kabuğuna çekilip insanlardan uzaklaşmış, dünyaya ve yaşama küsmüş, ailesinden ve köyünden kopmuş. Konuşma sırasında eskiden çok iyi voleybol oynadığını da öğrendiğim öğrenciyle uzun uzun konuştuk.

Ona Akademinin spor işlerini üstlendiğimi, kendisini de kendime yardımcı yapacağımı, birlikte Akademi spor takımlarını kurup yöneteceğimizi, dersleriyle sporu birlikte yürüteceğimizi, toplumda saygı duyulan bir konuma geldiğinde babasının da kendisiyle barışacağına inandığımı söyledim ve elimi uzatarak, var mısın birlikte yol yürümeye dedim.

O günden sonra onunla ayrılmaz bir ikili olduk. Spor Odasının anahtarını ona verdim, birlikte Gavur Tahsin’e yaptırdığımız spor malzemelerini ona zimmetledim, sporculara onun tam yetkili yardımcım olduğunu, isteklerini önce ona bildirmelerini, onun sözünden çıkmamalarını tembih ettim. Hocalara ve asistanlara da onun velisi olduğumu, onunla bir sorunları olursa bana iletmelerini rica ettim. Kısa süre içinde o hem iyi bir öğrenci oldu hem de her alanda başarı kazanan sporcularımızın saygı duyduğu bir spor yöneticisi oldu. Ayrıca, derslerini aksatmamasını sağlamanın yanında, derslerine de yardımcı oldum. Bu arada, babasıyla görüştüm ve benimle görüştüğünden bahsetmeden oğlu ile görüşüp barışmasını sağladım. Ardından, uzun süredir görüşmediği ailesiyle de barıştı.

Aradan birkaç yıl geçtikten sonra bir gün okula girmek üzereyken, parkın içinden “Hocaaaam müjde, mezun oldum” diye bağırarak koşup geldi ve boynuma sarıldı. Hayata küsmüş, ailesinden kopmuş, ölmeyi ama ölmeden önce bir kaç kişiyi öldürmeyi düşünen bir genç küçük bir dokunuşla bambaşka bir insan olmuş, sene kaybetmeden Akademiden mezun olmuştu.

1980 askeri darbesinden sonra öğretim üyeliğinden ayrıldım ve iş hayatına atıldım. İşbirliği yaptığım ünlü bir firmanın bir yetkilisi İstanbul’dan geldi ve Suudi Arabistan’a ihraç edecekleri koyun eti için hayvanları Adana Et ve Balık Kurumunda (EBK) kestirmek istediklerini belirti ve benden yardım rica etti. Birlikte EBK’na gittik, sekreter bizi müdürün odasına aldı. Odaya girmemizle birlikte koltuğundan kalkan müdür bey “Hoş geldin Hocaaam” diyerek boynuma sarılıp ellerimi öpmek istedi. Hayret ve mutlulukla boynuna sarıldığım EBK Adana Bölge Müdürü kim çıktı dersiniz? Bizim delikanlı. Memur olarak girdiği EBK’da zamanla basamakları tırmanıp Adana Bölge Müdürü olmuş.

Aradan yine yıllar geçti, 2010”lu yıllarda yeğenimin kayınpederi Selahi Bey vefat etmiş, cenaze törenine katıldıktan sonra taziye evine gelmiştik. Bir ara şalvarlı kara yağız bir adam yanında başörtülü hanımı ile birlikte bahçeye girdi.   Eşi kadınların bulunduğu bölmeye geçerken, şalvarlı kişi selam verip benim yakınıma oturdu. Bir süre sonra konuşmuş olmak için hangi köydensiniz diye sordum.

Ceyhan’ın filan köyündenim deyince, o köyden benim bir tanıdığım vardı dedim. Bana iyice baktıktan sonra ayağa kalktı ve “Siz İsmail Hocamsınız” deyip, boynuma sarıldı ve hemen eşine seslenerek yanımıza çağırdı. Eşi bize yaklaşınca, “Ben sürekli olarak çocuklarımıza beni hayata yeniden döndürenin kim olduğunu söylerim?” diye sordu ve eşi de “İsmail Özgören diye bir hocan varmış, hep onu anlatırsın” cevabını verince, “İşte İsmail Hocam burada” dedi.

SONUÇ: meşhur öğrencimin evi aynı sokak içindeymiş. Komşusunun taziyesine katılmak için eşiyle birlikte cenaze evine gelmiş. Anlattığına göre, kariyerinde basamakları düzenli bir şekilde çıkarak, Et ve Balık Kurumu Genel Müdür Yardımcılığına kadar yükselmiş. Bir kaç yıl önce emekli olmuş ve görevi nedeniyle ikamet ettiği Ankara’dan Adana’ya dönmüş. O gün de köye gideceği için şalvar giymiş. Ailesiyle birlikte sağlıklı, huzurlu ve mutlu uzun bir yaşam diliyorum sevgili kardeşime.

Fotoğraftaki halay başı önceleri Akademide Spor Bölümü Yardımcım, daha sonra Et ve Balık Kurumu Genel Müdür Yandımcılığından emekli olan, bu öykünün başrol oyuncusu eski öğrencim. Soldan üçüncü, öğrencileriyle yaş farkı fazla olmayan sakallı kişi ise benim. Diğerleri de o dönem öğrencimiz olan gençler. Spor Bölümü olarak Akademi kantininde düzenlediğimiz müzikli bir etkinlikte, davul ve zurna sesini duyunca yerinde oturamayan biri olarak, öğrenci arkadaşlarımla halaya durmuşum.

Geçmiş zaman olur ki, hayali cihan değer.

    Bir yanıt yazın

    E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

    Röportaj

    Sağlık

    Spor