BAĞDAT’TA OKKALI TOKAT VE ARDINDAKİ ACI FERYAT!

Yıl,1975 olmalı… Yani daha Amerika Birleşik Devletleri’nin Irak halkını kurtarmak(!) bahanesiyle ülkeyi batağa sürüklemesinden yıllar önce. 1974’te patlayan petrol krizi dünyayı sallarken petrol üreten ülkeler parayı koyacak yer bulamaz oldular. Bazılarında, insanlar kirli çamaşırı veya halıyı yıkamak yerine yenisini alacak kadar şımardı.

Türkiye’nin en büyük pamuk ipliği fabrikası CEYTAŞ’ın İhracat Müdürüydüm. Avrupa’daki işlerimiz oldukça iyi olmasına karşın, zengin Ortadoğu’da da bir hat açmış, Bağdat’ta iyi eğitimli genç bir arkadaşa (*) temsilcilik vermiştim. Yüksek rakamlı olmasa da, düzenli bir işbirliğimiz vardı. İlişki sağlığı için ziyaretine gitmiştim.

NEYDİ O LOKANTA!..

Arkadaşım, ancak haftalar öncesinden rezervasyon yapıldığı takdirde yer bulunabilen bilmem ne lokantasından yer ayırtmış. Öyle anlattı ki, meraktan, oraya gidiş saatini iple çekiyordum. Nihayet akşamın ilk saatlerinde vardık. Dicle Nehrinin batı kıyısındaki itibarlı cadde üstündeydi bu yer. Af edersiniz, üstünde değil de, altındaydı. Çünkü, dekorasyonuna çok dolar harcanmış giriş kapısından hemen sonra neonlarla ışıklandırılmış, yarı karanlık merdivenlerle indik. Hani “Göz gözü görmüyor” derler ya, işte öylesine karanlığa çeyrek kala” bir salon. Fesli, sırma yelekli garsonlardan biri karşıladı. El feneriyle önümüze düşüp masamıza oturttu. Karanlık ve orta şiddette uğultu ile çatal-bıçak-tabak seslerinin bastırdığı müzik buranın ortak simgesiydi sanki.

Menüye gerek almadı. Arkadaşım, benim parça et yemediğimi bildiğinden uygun yiyecekleri önceden sipariş etmiş. Dakikalar içinde şundan, bundan, ondan sayısız iştah açıcılarla doldu masa. Bu arada karanlığa yavaş yavaş alıştım. Çevremi inceleyebiliyordum. Hangi yandan bakılırsa bakılsın, masadakilerin para babası, ya da para dedesi oldukları kılık kıyafetten, kadınlardaki takılardan, havaya dalga dalga yayılan parfüm kokularından belli oluyordu.

NEYDİ O TOKAT, VE DE O FERYAT!

Farklı ülkelere çok sık seyahat edenler yeni koşullara çabucak uyum sağlar. Ben de dakikalar içinde, karanlığın, olası kusurlarını koruyup kolladığı mekâna alışmıştım. Bir yandan besleniyor, bir yandan da daldan dala gezercesine çeşitli konularda sohbet ediyorduk.

Bir süre sonra salonda yankılanan şiddetli bir tokat sesi ile birlikte patlayan kadın feryadı herkes gibi beni de şok etti. Saniyeler içinde, cüsseli, otuzunda gibi gösteren bir adam etrafına bakmadan merdivenlere doğru ağır adımlarla giderken yerde kıvranan kadın “İmdaat! Kurtarın!.. Öldürecek beni…” gibi ifadelerle etraftan şefkat ve destek istiyor, daha doğrusu ağlaya ağlaya imdat diliyordu. Yardımsever Bağdatlı civanlar zavallı kadını alıp caddeye çıkardılar. Bir taksiye bindirmişler. Şoföre de esaslı para verip “Diledikleri yere götür” diye tembihlemişler. Yani, kadını ölümden kurtarmışlar.

Olay on-onbeş dakika sona alevini yitirdi. Genç kadının hayatını kurtarmış olmak herkesi rahatlatmıştı besbelli. Bu sefer de, hırıltılı bir erkek feryadı kapladı salonu. Mekân sahibiymiş. “Evimi yıktılar!.. Saatlerce yeyip içtiler ve bir tokat numarasıyla para vermeden kaçtılar!..” diyerek adeta dövünüyordu.

Yorumlar aynı noktada birleştı; adam iki eliyle güçlü bir şaplak sesi çıkarırken kadın da kendini yere atarak gûya canının kurtarılması için feryat-figân yardım dilenmişti…Böylece çok lüks lokantada diledikleri gibi yemişler, içmişler ve de para-pul vermeden gitmişlerdi. Taksi parası da cabadandı elbette.

(*) Ortadoğu’nun birkaç ülkesinde ünlenmiş Qazzaz Ailesi’nden Abdüladheem Hasan El-Qazzaz, İran savaşında şehit oldu. Tanrım rahmet eylesin.

    Bir yanıt yazın

    E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

    Röportaj

    Sağlık

    Spor