BAĞLARIMIZ İLE ARAMIZDA SIMSIKI GÖNÜL BAĞI VARDI

Türkiye’n,in hemen her yöresindeki “Bağ” kavramı ile bizim, yani, Çukurovanın “Bağ”kavramı arasında fark var. Genel anlamda, üzüm yetiştirişlen alana bağ diyorlar. Biz ise, denizsiz yazlığımıza bağ deriz.
Bağımızda elbette üzüm vardır ama yalnız değildir. Onun yanında incir çeşitleri, İtalyan, şeker ve can erikleri, kayısılar-zerdaliler, dutlar, dikenli incirler, elmalar ve mevsimlik bitkiler de olurdu. Bamya, mısır, fasulya, soğan, sarımsak, domates, biber, patlıcan, patates gibi ürünler de bol bol yetştirilebilirdi.…
Bağımızdan asıl beklentimiz serinlikti. Önceki yazımızda, aklımıza gelen bağlık alanları yazmıştık ya, hadi bugün yaklaşık yerleriyle tekrar edelim.
MAHFESIĞMAZ (Halk dilinde Mafassığmaz), Bugünkü İller Bankasından baraj gölüne kadar uzanan alanlar…
KURTTEPE: Kız Bakkal’dan günümüz Kurttepesine kadar yayılan alanlar….
ZİNCİRLİ (Halk dilinde Cenzirli). Günümüz M1 Kompleksinin bulunduğu alanlar ve çevresi. Buralar adını paletli traktöreden almış olmalı; çünkü paletlil araçlar “Cenzirli” diye adlandırılırdı.
KİREÇOCAĞI (Halk dilinde Kirecucağı): Günümüzde Adana-Koop, ve Yüzüncü Yıl olarak bilinen alanlar…
YEŞİLEVLER: Şakirpaşa Konağının tam karşısındaki yolun iki yanı…
ŞAKİRPAŞA: Rahmetli Havalimanımızın Batısındaki alanlar…
BİRİNCİ KELİ: Günümüzün Fevzipaşa Mahallesi…
İKİNCİ KELİ: Fevzi Paşa Mahallesi’nin Güneyine düşen, Kuzeyinde Tarsus Asfaltı ile sınırlanan alanlar…
Bunların tamamında yetişkin ağaçlar olurdu. Hepsi de akşam üstünden itibaren denizden güçlü veya zayıf gelen rüzgâra açıktı. Sivrisinek ve sabah uykusu için cibinlikle yatardık. Sabaha karşı çiğ nedeniyle ıslanmış olan cibinlik kumaşı, sabahın güneşiyle ısınmaya başlayınca buharlaşmaya bağlı olarak serinler. Buzdolabı da buna benzer sistemle çalışır. Gündüzleri de ağaç gölgelerine sığınarak yakıcı sıcaklardan korunmuş olurduk. Bağlarımızı çok özlüyorum.
SARAYLIK OTURUM
Bağ evimize çardak derdik. Çardak, oturum dediğimiz genişçe bir alanın bir kıyısında olurdu. Bağcının günü oturumda geçerdi. Her oturumun mutlaka çoook yaşlı ve çoook geniş alanı gölgeleyen bir ağacı vardı. Bu ağaç daha çok erkek dut olarak seçilirdi ki, meyve zamanı sinek yapmasın, yeri kirletmesin.
Oturumun çevresi rengârenk karanfillerle, kirli hanımlarla, horoz ibikleriyle, mezdekilerle (Sardunya türleri) , reyhanlarla, zambaklarla, mercanlarla süslenmiş olurdu. Oturumun olmazsa olmazlarından biri de kuyu, veya tulumbaydı.
“En yararlı fakat en mütevazı gereç hangisiydi?” diye sorup sual edecek olursanız, tereddütsüz “Kerevitler” derdim. Tamamen ahşaptan yapılan kerevitler yatak ile kanepeden olma melez ürün sayılabilirdi. Üstünde bağdaş kurarak oturulabilecek ya da şilte ile yatak olabilecek genişlikteydi. Üç tarafı parapetli olunca da enli ot yastık kullanıldığında rahat kanepe olurdu.
Var ya!.. Bağlarımızı çoook özlüyorum…