BEYGİRLER VE EŞEKLERE ‘PEDİKÜR’ UYGULAMA İŞİ

Çocukluğumun Adana’sında, her sokakta değilse de, her iki sokağın birinde at-eşek-katır pedikürü yapabilen ustalar vardı. O yıllarda alafranga sözcüklere yakınlık duyulmadığı için bu zanaatı öğrenmiş ustalara “NALBANT” denilirdi.

Hep söylerim; o yılların Adana’sında avlusuz ev yoktu, olamazdı. Avluların pek çoğunda da süt ve binek-yük hayvanları için ahır köşesi vardı. Hoş, haylisinde artık hayvan yoktu ama bir zamanlar o hizmeti verdiğinden adı değişmemişti. Yüzlerce fayton, onun birkaç misli yük arabaları, bağcının, çiftçinin, kumcunun iki tekerlekli ve omuz gücüyle çalışan damperli arabaları pek yaygındı. Kısacası, binlerce at vardı Adana’da. Sadık ve cefakar dost eşek sayısı da az değildi. Yazları, bağa-köye gidiş geliş aracı olduğu için nüfusu artar, bağ mevsimi sonunda şehrimize gelen Kayserililere satılırdı. Kamyonlar dolusu eşeğin Kayseri’ye taşındığına defalarca tanık oldum. Kayseri demişken, o yıllarda kayseri sucukları daha bir meşhurdu.

Nalbantın meslekî gereksinimleri aklımda…

Öncelikle, kaldırmak ve kontrol edebilmek için hayvanın ayağına sarılan kıldan dokunmuş urgan çok önemliydi. Gördüklerim, keçi kılından yapılmış çok katlı iplik demetlerinin örülmesiyle üretilmişti. Kendire göre daha esnek ve yumuşak olduğu söylenirdi.

Keski, kısa, enli, bir yanı demir çubuğa bağlı bıçaktı ve çekilerek kullanılırdı. Sert tırnaklar bununla yontulur, gerektiğinde ortopedik uygulamalar da bununla yapılırdı. İri dişli törpü bu çalışmada destek görevini yerine getirirdi.

Çekiç ve kerpeten dışında bir de demirciler tarafından yapılan mıhlarla tezgah tamamlanırdı. Mıh, nalın tırnağa tutturulmasında kullanılan iri kafalı, dört köşe gövdeli, sivri uçlu çivinin bu zanaattaki adıydı.

Nalbanta getirilen hayvanın önce kontrolü yapılır, eski nallar ve mıhları keski-çekiç sökülüp aşırı aşınma alanları olup olmadığı saptanır ve kesim ona göre yapılırdı. Ardından, toynağa en uygun nal seçilir ve çivilenirdi. Çiviler, tırnağın yan tarafına doğru çakıldıktan sonra dışarı çıkan uçları kırpılıp çekiçlenerek perçin haline getirilirdi. Defalarca izledim, bütün bu işlemler yapılırken rahatsız olan bir hayvana rastlamadım. Aksine, mutlu olduklarını hissediyordum adeta.

Nalbantlar kadar değilse de, nal ve nal çivisi yapan demircileri de izleme şansım oldu. Bir çok yerde demirci vardı. Manda derisinden yapılmış kocaman körükle harlanan ocakta akkor haline getirdikleri demir çubuk ya da lamaları iri kafalı çekiçle şekillendirir, bazen de inanılmaz parçalar üretebilirlerdi. Ancak belli yerlerde bulunan ince bir kumu kullanarak kaynak da yapabiliyorlardı. Boş zamanlarında, artık parçaları ısıtır, döver; alıcısı sürekli olan kazma, balta, mecrefe (bitki köküne toprak yığmak veya kanal açmak için kullanılan enli kazma) gibi eşyaların yanı sıra nal ve mıh üretirlerdi. Bunları o kadar çabuk yaparlardı ki, zevkle izlerken hayret içinde kalırdım.

Mıh üretimini merak ederim. Dört-köşe gövdesi ve iri kafasını örste şekillendirmek hiç te kolay olmamalıydı çünkü. Hacıbayram’daki demirciye yaklaştığımda çivi üretiyordu. Uygun kalınlığa kadar incelttiği kızgın demiri belli uzunlukta kestikten sonra dört köşe delikleri olan lamadan geçiriyor, son bölümünü ise döverek kafa şeklinle getirdikten sonra uç tarafını dört çekiç darbesiyle inceltip atıyordu yere. Yüzlerce mıh kümesine bakılırsa, işi çok hızlı yaptığı kesindi.

İngilizcemi ilerletmeye çalıştığım dönemdi. “Horse shoe” ile karşılaştım. “At ayakkabısı” demekti. “Acaba İngilizler atlarına papuç mu giydirirler” merakıyla bir de sözlüğe baktım ki, “nal” demekmiş… Bence, ifade yerinde…

    Bir yanıt yazın

    E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

    Röportaj

    Sağlık

    Spor