BİLDİĞİMİZ O ‘FAKİR’ KIZILAY FAKİR ÇOCUKLARA YETİŞİRDİ

İlkokulu 1953-1958 yılları içinde okudum. Dörtlerden veya beşlerden bir abi, her gün öğleye doğru sınıf kapısını çalmadan açıp “Yemek yiyenleeerrr!..” diye bağırırdı. Bu çağrıya öğretmenlerin tepkisi hep aynı olurdu: kafayı kapıya doğru sallamak… Bu, “Çıkabilirsiniz” anlamındaydı. Bazı sınıflardan üç-beş, bazılarından sekiz-on öğrenci, çantasından çıkardığı derince bakır kâse ve kaşığını alıp çıkardı.

Sonradan öğrendim; Kızılay, haftanın altı günü, fakir, yetim, öksüz çocuklara sıcak yemek dağıtıyordu. Muhtaç öğrencileri okul idaresi belirlemekteydi. Dikkat çekici bir tarafı da, yemek servisinin son ders başında başlayıp, ders bitmeden tamamlanmasıydı. Böylece, diğer çocuklar yemeğin yeniliş zamanı dışında tutulmuş olurdu.

Okulum Millimensucat’tı. Tam da okul olarak yapılmış güzel bir binaya sahipti. Neredeyse han kapısı kadar geniş sayılabilecek ana giriş, eniyle, boyuyla kocaman bir salona açılırdı. Salonun tam ortasında da, bu büyüklüğe uygun, diyelim ki saraylara layık kocaman masa vardı. Ben hep “Kızılay’ın Masası” diye bildim bu namütenahi, mavi boyalı ahşap yapıyı. O çocuklar, işte bu masa etrafında kaşık sallardı gelen sıcak yemeğe.

O KIZILAY NEREDEEE ŞİMDİKİ BAK, NEREDE

O yıllarda kişi başına düşen gelir şimdikinden kat be kat daha düşüktü. Buna karşın da, satın alma gücü şimdikinden çok daha yüksekti. En ucuz gıda maddesi peynir, zeytin, yumurta, süt gibi bugün erişilmesi zor ürünler arasındaydı. Yüzde yüze yakın bir gerçekçilikle söylüyorum, hiçbir çocuk okula kahvaltısız gelmezdi. Yine de, başta yetimler olmak üzere, evinde yeterli beslenemeyen çocuklar için Kızılay yardıma koşuyordu.

Günümüze dönelim… Çok istirham ediyorum; şayet ilkokul ya da ortaokul öğretmeni bir tanıdığınız varsa sorunuz günümüz koşullarını. Kesinlikle, ama mutlak kesinlikle, pek çok çocuğun kahvaltısız geldiğini, beslenme çantasında kuru ekmek ve su dışında bir şey bulunmadığını ve hatta açlıktan ağladığını söyleyecektir. Durum artık saklanacak, gizlenecek boyutların çoook ötesinde. Yok farz etmek, insafsızlığın koyusu demektir. Bazı hayırseverler öğretmen eliyle ufak tefek yardımlar yapıyorsa da, yeterli olmaktan çok uzak. Organize bir sistem kurulması zorunlu; tıpkı bizim zamanımızda Kızılay’ın yaptığı gibi bir sistem…

O sistem yok!.. Çünkü o Kızılay da yok!..

Büyük, küçük hepimiz o Kızılay’a güvenir, saygı duyardık. Karnelerimize, kitap kapaklarımıza Kızılay pulu yapıştırırdık. Harçlıklarımızdan biriktirdiğimiz 15 kuruşla aldığımız her pul iç rahatlığımızı genişletirdi. Çünkü bizim için adeta kutsaldı Kızılay.

Son yıllarda inanılmaz maaşlar ve ödeneklerle Kızılay’da yöneticilik yapanları okuduk. New York’un en prestijli caddesi üstünde yükselen TÜRGEV binasına “arkadan dolaşarak” yapılan destek için aracı olması bendeki güven duygusuna sönmemiş kireç dökmüş gibi oldu. İçtenlikle söylüyorum, günümüz Kızılay’ının lafı geçtikçe üzüntü damarımda tansiyon yükseliyor, nefesim daralıyor. Şimdikinden rahatsızlığımdan değil, eski Kızılay’ı kaybetmiş olma duygusundan…

Kızılay o bildiğimiz eski Kızılay olsaydı, okullardan yükselen

ve yürekleri parçalayan sessiz çığlıkları duymazdık. Önceki akşam “Bay Kemal” genel bir çağrı ile bazı belediyelerde başlatılan çalışmalara tüm kentlerin katılmasını istedi. Diyorum ki, BELKİ SAYIN VALİMİZİN Koordinasyonu ile, hatta mümkünse Kızılay’dan da destek alınarak, sıkıntıları azaltacak bir kampanya etkin olabilir.

    Bir yanıt yazın

    E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

    Röportaj

    Sağlık

    Spor