BİR NUMARA BÖYYÜK AL GELECEK YIL DA GEYSİN

Eskiden bayram havasına haftalar önce girilirdi. Bayram kışa yönelikse, evin halıları, kilimleri serilir, perdeler değiştirilirdi. Yaza denk geliyorsa, bu kez tersi yapılır, sergiler kaldırılırdı. Yok; ne kışa, ne de yaza bakmıyorsa, hazırlıkların ağırlığı avlunun derlenip toparlanmasına, kırık döküklerin onarılmasına verilirdi.

Bir de, kırık testideki, margarin, yağ, peynir gibi ürünlerde kullanılmış tenekelerindeki çiçekler elden geçirilirdi. Bu son yazdıklarımı yaşı altmışın altında olanların kavraması zor. Zor, çünkü istisnasız her evin, ama her evin, ister gecekondu olsan ister konak, mutlaka bir avlusu olurdu. Her avluda da, çiçekler dışında, en az dölle vardı. Dölle, asma da dediğimiz ve yükseklere kol atabilen bir üzüm cinsiydi. Çoklukla, dört kavak gövdesine çatılmış, iki-üç metre yüksekliğinde, daha ince dallarla oluşturulmuş aralıklı ızgara üstüne sarılırdı. Meyvesi iriydi. Çekirdekleri de neredeyse mercimek boyutlarını yakalardı. Yani üzüm olarak makbul sayılmaz, fakat koruk olarak çok işe yarardı.Salkımları, “Aile Boyu” diyebileceğimiz kadar büyüktü.

Koruk salkımı tepside tokaçlanıp ezildikten sonra iki avuç arasında sıkılıp yuvarlanmış posası özenle ayrılıp ekşi suyu süzülerek kullanılırdı. Yuvarlak posa da güneş alan bir yerde kurutulup mangal-maltız ya da ocak yakarken çıra  niyetine kullanılırdı. O yıllarda, çay bile ocak yahut mangalda yakılan ateşle hazırlandığı için her evde her gün mutlaka ateş yakılırdı.

BİR NUMARA BÖYYÜK ALINMASININ NEDENİ

En çok ayakkabı alınırken yapılan öneriydi. Selam-sabah, “ hayrola?” gibi girizgahları takiben  “Elini öper, mahduma bayramlık ayakkabı alaca                                    ğım” sözü çıkar çıkmaz karşıdaki öneriyi basardı:

“Bir numara böyyük al, gelecek sene de geyinir”.

Babam daha yürümeye başlamadan önce şehit çocuğu olunca darlık içinde büyümüş. O nedenle de, bizim için gücü elverdiğince en iyisini almaya çalışırdı. Benim ayakkabılar her zaman ayağıma uyardı. Halbuki pek çok arkadaşım yeni ayakkabısını buruna pamuk tıkayarak giyebilirdi. O bol ayakkabı bir sene sonra kalıp gibi otururdu.

Bayram öncesi aralık terzisi denilen marifetli ev kadınlarına metre metre basmalar, jorjetler, ipekliler, yünlüler gelirdi.  Erkek terzilerinin yoğunluğu iki türlüydü. Birincisi, bayram öncesi mutlaka yetişmesi ricasıyla gelen takım veya ceketler, ikincisi “ters-yüz” edilecek ceketler, paltolar. Pek çok terzi camekanına “Ceket-palto tersyüz edilir” yazılı karton yapıştırırdı. Anlamı; eskimiş, solmuş giysiyi söküp, kumaşın içte kalmış yüzünü dışa çıkarmaktı. Böylece, eski giysi yeniye yakın bir görünüşe kavuşurdu. Tek kusuru, soldaki mendil cebinin sağa taşınmasıydı ama kolay kolay kimse bunu kusur olarak görmezdi.

İkinci Dünya Savaşı biteli daha on yıl olmuş, olmamışken insanlarımız hala çok tutumluydu. Girmediğimiz savaşın etkileri, ürün sağlamak açısından bizi de sıkıntıya sokmuştu. Yırtılmış giysilerin yamanması asla yadırganmazdı, Eski papuçlar köşker dediğimiz onarıcılara teslim edilerek ömürleri birkaç ay daha uzatılırdı. Ayakkabı yüzüne bile deriden yama atıldığı çok görülürdü. Azı çocuklar, annelerinin bezden diktiği çantavari torbalarla gelirdi okula.

Bayrama üç-eş gün kala, genelde “Son İş” dediğimiz tahta fırçalama ve tahta boyamaya geçilirdi. Fırçalama ve boya işi ile tahtadan yapıldığı içi takunyaları geleneğe uyarak bayrama birkaç gün kala anlatalım, olur mu?

    Bir yanıt yazın

    E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

    Röportaj

    Sağlık

    Spor