BİZ CUMHURİYET’İ SİNDİREN KUŞAĞIZ

70 yıl kadar önce biz de çocuktuk… Birinci sınıfa gidiyordum. İnternet, bilgisayar yoktu.   Televizyon duymamış, radyoyu kıraathanelerde işitmiştik. Çoğumuz sinema perdesini bile tanımıyorduk… biliyorduk.

Atatürk’ü gören büyüklerimiz anlatırdı… Nur içinde yatsın, Babaannemiz için devlet ve sultan bir bütündü. Atatürk Dönemini anlatırken, “Atatürk Sultan olduğu zaman…” der, lafını sürdürürdü.  Ulu Önder’i çok iyi tanıyorduk. Memleketi gâvurlardan kurtaran kahramandı çünkü…

Gâvurun düşman, ama insafsız, imansız, vicdansız düşman anlamında kullanılan bir sözcük olduğunu da öğrenmiştik her nasılsa.

İğtişaş’ı da İşgali de anlatırdı büyüklerimiz… Ermeni Kilisesinde boğazlanan erkekleri, çırılçıplak edilip göğsünden çengellere asılan hamile kadınları ve süngü ile alınan bebeklerini… Fransız gvurunun insanlık dışı davranışlarını da sayısız kez dinledik..

Çanakkale’yi de… Bir de Yemen’den fazlaca bahsedilirdi ailede. Dedemizin şehit düştüğü cephe buradaydı diye tahmin edilirdi. Çok, ama çoook uzaklarda bir yerdi ve aileden tek bir kişi bile görmemişti Yemen’i…

Kaç-Kaç, en çok dinlediğimiz ama gene de tekrar tekrar anlattırdığımız olay olarak adeta yaşamışız gibi kazınmıştır beynimize…

CUMHURİYET BAYRAĞI

Zayıf, sipsivri çeneli, orta yaşlı, şalvarlı adam, ince çıtaya yapıştırılmış kağıt bayrak satıyordu. Dikkatimi çekti, dükkanların tamamında ve bazı evlerde bayraklar asılmıştı. Ağabeylerden birine sorduM neler olup bittiğini; “Cumhuriyet, Cumhuriyet!..” dedi. Bir başkası tamamladı;  “Bayrakta da yazıyor, bak; Yaşasın Cumhuriyet!..”

O gün ve ertesi gün aile büyüklerimize anlattırdım Cumhuriyeti…

Yeterince kavramış değildim ama, Cumhuriyet’in pek önemli ve kutsal olduğundan emindim artık. Cumhuriyet Atatürk’tü… Cumhuriyet, esaretin düşmanıydı… Cumhuriyet, büyüklerimizi hapisten kurtaran “bir şey” olmalıydı… Cumhuriyet, demiryolu ve köprüydü… Cumhuriyet, ezandı, namazdı… Cumhuriyet, fabrikaydı, parktı, okuldu, müsavattı, adaletti…

‘MÜSÂVAT’I SORDUM

“Eşitlik!” dediler… O gün, eşitliğin önemini anlatan babam, Kur’an-ı Kerim’den naklettiği Arapça ayetleri, anlayacağım biçimde açıkladı uzun uzun…

Cumhuriyet öncesi yaşananları ilkokulun ilk senesinde öğretmişti aydınlık yüzlü, dalgalı kısa saçlı, japone kollu Şazimet Öğretmen. “Atatürk”  dediğinde gözlerinde küçük şimşekler parlardı. Cumhuriyet’i en anlaşılır biçimde Şazimet Öğretmenden dinlemiştik… Cumhuriyet, fabrikaydı… Cumhuriyet, elektrikti… Cumhuriyet, pantolondu, şapkaydı, alfabeydi…

İlkokul birinci sınıfta, hepimizin fasulye kesesi vardı. Akşamdan ıslatılmış fasulye sabah kabukları soyulup ikiye ayrılarak kurutulurdu. Şazimet Öğretmen, “Şimdi fasulye kesemizi çıkarıyoruz ve Cumhuriyet yazıyoruz” dedi. Fasulyeleri, bombesi yukarıya gelecek şekilde uç uca dizerek yazdık. Öğretmenimiz, büyülü denilebilecek sözlerle o küçük beynimize ne güzel de yerleştirmişti Cumhuriyet’i…

Tek tek anlattırıyordu öğrettiklerini…

Sıra bana gelmeden önce pırıltılı bir cevap hazırlamıştım. Fakat söyler söylemez kalkınca ağzımızdan çıkan bambaşka üç sözcük oldu. O saniye, kendiliğinde gelmişti bunlar. Heyecan ve gurur dolu yüksek bir sesle söylemiştim:

“Cumhuriyet sizsiniz efendim!..”

    Bir yanıt yazın

    E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

    Röportaj

    Sağlık

    Spor