BİZ, NEREDEYDİK NERELERE GELDİK

Üretici pazarı esnafı Esma Ay, tüm kadınların derdini anlatmak için sorunlarını anlatırken şöyle diyor;
“Biz bundan 20 sene önce hayvanımızın yemini, kendi unumuzu fabrikamıza ekinimizi koyardık. Ben Balya’nın Göloba köyündenim. Unuttum heyecandan. Bizim köyümüz 40 hane. 40 hanede yaşamaktayız. Hepimiz çiftçilik yaparız. Biz iki gün harman alırdık. Ekinimizi çıkarırdık. Ondan sonra hayvanlarımızın yemini, unumuzu. Artanını satardık. Herkes bizim gibiydi. Ama şimdi biz mazotumuzu alamaz hale geldik. Ben şimdi çiftçilik yapıyorum. Bahçe zerzevatı satıyorum. Sabahleyin kalktım mı benim eşim değneği alıyor, motorda ne kadar mazot var diye bakıyor. Acaba bizi mazot nereye kadar götürür. Bakın şöyle dört parmaksa iyi, bugün pazar yerine varacağız, malımız zebil olmayacak diye. Pazar yerine vardığımızda mazotumuzu alıyoruz. Çok şükür diyoruz. Bugünümüzü kurtardık. Ama bu durumlara düşüren… Çok heyecanlandım kusura bakmayın burası başka türlü… Zerzavat satarak kızımı üniversite okuttum ama iş yok. Bütün anne ve babalar benim durumumda. Herkesin çocuğu işsiz. Üniversiteyi bitirdi, çocuklarımızın psikolojisi bozuldu. Annelerin, babaların da öyle. Çok heyecanlandım kusura bakmayın.”
68 yaşındaki çiftçi Ali Duman diyor ki;
“Cumhuriyetimizin kurucusu Ulu önder Atatürk, demiştir ki ‘Gerçek üretici müstahsil olan köylü, memleketimizin efendisidir’ demiş. Ama bugün görüyoruz ki köylü, üretici, gerçek müstahsil olan köylü, memleketimizin kölesi yapılmıştır. Nasıl mı? Bakınız, tarlalarımız var. Tapuları bizim, hayvanlarımız var sahibi biziz. İnsanın kendi malına ihanet ettiği görülmüş müdür? Kimse kendi malına ihanet etmez. Bu işletmeleri, en iyi şekilde işletmek bizim görevimizdir. Çünkü, bizim malımızdır.”
Bir başka üretici, yüksek sesle diyor ki;
“Şeker pancarı, mısır su isterse gece tarlada yatarız. Hayvan hastalanırsa ahırda sabahlarız. Ömrü vefa etmez de ölecek olursa, onun canıyla beraber bizim de canımızın yarısı gider. Bu kadar mükemmel bir şekilde işlettiğimiz işletmeler, zarar ettiğimiz görülmektedir. Bu zarar etme durumu, bizi maliyet hesabı yapmaya zorlamış, bir de maliyet hesabı yaptığımızda ürettiğimiz birçok malı, ya maliyetine ya da maliyetinin altında satmak durumunda bırakılmışıİşte bakınız, bir yılın muhasebesini çıkardık. Bir yılda 60 ton süt üretmişiz. Yediyle çarp bugünün parasıyla altı çarpı 430. Hayvan satmışım. Dana kestirmişim. Bir yılda 477 bin lira ciro yapmışım. Ondan sonra da 85 dönüm tarlam var. Tarlaya silaj ekmişim. Efendim, mısır ekmişim. Arpa ekmişim, buğday ekmişim. Yem almışım, bin çuval da yem yedirmişim. Bana toplam maliyeti, 545 bin lira olmuştur. 477 bin lira gelir, 545 bin lira gider. Şimdi ben buradan soruyorum. Bu ülkenin idarecilerine… Ben enflasyonun altında ezilmemiş mi oluyorum? Demokrasi, idare şeklidir. Nedir demokrasi? Ben demokrasiyi, sağlıklı bir insan vücuduna benzetiyorum. Nasıl sağlıklı bir insanın vücudu vücudun kanını, vücudun en ücra köşesine kadar adaletli bir şekilde basınç yapıyorsa, sağlıklı ve tam bir demokrasi de o ülkenin gayri safi milli hasılasını yurdun en ücra köşesi, ne kadar adaletli bir şekilde dağıtır. Dikkat buyurunuz. Eşit dağıtır demiyorum. Adaletli diyorum. Yani, herkes hizmeti nispetinde gayri safi milli hasılasından payına düşeni alır. Yani, çok çalışanlar, çok kazanır. Az çalışanlar az kazanır.
Şimdi ben ziraatçi ve hayvancı olarak çok çalışıyorum. Yılın 365 günü çalışıyorum. Bunun aslını inkar ederse davet ediyorum. Gelsin bir yıl misafirim olsun. Benim nasıl çalıştığımı görsün. Cumartesi, pazar yok. Hatta bayram günleri de yok. Bayram günleri de ben 3 saat hayvan bakıyorum. 3 saat de hayvan doyuruyorum. Bütün buna rağmen, Gayri Safi Milli Hasıla’dan gördüğünüz gibi zararla kapatıyorum. Bana para yok. Neden? Çünkü, bu ülkede demokrasinin durumu, felçli bir hastaya benzemektedir. Nasıl felçli bir hastanın durumu, vücudun kanını bir bölümü alamaz, görevini yerine getiremezse; Gayri Safi Milli Hasıla’dan bize gelen damar tıkatılmıştır. Bize akması gereken para, başka tarafa akmaktadır. Biz bugün üretim yapamaz duruma geldik. Ama buradan ülkenin idarecilerini uyarıyorum. Diyorum ki bu damar, mutlaka açılmalıdır. Unutulmamalıdır ki vücudun herhangi bir yerindeki rahatsızlık, vücudun tamamını rahatsız edecektir. Ben üretmesem, biz üretmesek sizin tüketici olarak, tüketicinin ya da sanayicinin ya da bürokratların neyi var gıda maddesi olarak? Ben buğday üretiyorum 40 çeşit yemek oluyor. Ben süt üretiyorum 40 çeşit yemek oluyor. Bir tek üreten kişi olarak ben istifade etmiyorum.
Nasıl olmalı mıdır? Bir ülkede bir iş yapılacaksa yapılabilir olmalıdır. Mesela, bu ülkede tarım yapılacaksa, hayvancılık yapılacaksa yapılması gerekiyorsa yapılabilir olmalıdır. Yapılabilir olması için de ne olmalıdır? Mesela, bir litre süt parasıyla ben, bir buçuk kilo yem almam lazım. Yani, sütü yeme endekslenmesi gerekir. Yeme zam geldiği gün süte de gelmeli. Biz, sadece süt veren ineklere yem verebiliyoruz. Süt vermeyen ineklere yem veremiyoruz. Bundan dolayı da çok büyük kayıplar yaşıyoruz. Şimdi, gebe inekler var. Düveler var. Bunlar, dengeli ve yeterli beslenmeli ki doğumda bunları yeterli beslemezseniz bunlar doğumda buzağı kayıplarına sebep oluyor. Dengeli beslenmeyen inek doğumdan sonra damarındaki sütün yüzde 60’ını vermiyor. Doğumdan sonra dengeli beslenmeyen hayvan, üç ayda gebe kalması gerekirken 7-8 ay sonra gebe kalıyor. Bu işletme için büyük bir kayıp olduğu gibi bu ülke için de çok büyük kayıp. Ondan sonra Avrupa kapılarında ithalat için hayvan karıştırıyorsunuz. Et için, süt için hayvan ithal etmeye çalışıyorsunuz. Hayvancılığın tek sorununu çözer. Süte verilecek bir buçuk kilo yem parası sorunu çözer. Bu ülkede et, süt sıkıntısı asla olmaz.
Buradan uyarıyorum. Tarım başlı başına bir iştir. Tarımda da önce devlet, bu ülkede kaç dekar arazi sürülür, ekilir olduğunu bilmesi lazım. Bir planlama yapılması lazım. Önce ne kadar arazimiz var. Ondan sonra da bir Ar-Ge çalışması yapılması lazım. Ondan sonra oturulmalı, bu ülkede 85 milyonun insanın ne kadar neye ihtiyacı var? Ne kadar pirince, mercimeğe, nohuta, fasulyeye ihtiyacı var bu da bulunmalı. Ondan sonra bu bölgelere kaliteli ve bol olan bölgelere bu ürünlerin ekilmesi teşvik edilmeli. Teşvikler, fiyatları tamamlayıcı olmalı. Bu bölgelerde ihtiyaç fazlası ürün hasıl olacak olursa onlara da bugünden pazar aranmalı. Böyle bir plansız, programsız efendim hiçbir şeyin planı olmayan bir ülke, olduğu zaman da bu işler buraya geliyor. Bir yıl birisi para yapıyor. Millet oraya dönüyor. Para yapmayan derelere dökülüyor. Maalesef çok zor günler geçiriyoruz.”
Genç bir doktor, şöyle diyor;
“Merhaba, ben henüz dün mezun bir hekim olan Arif Onur Poyraz. Yarın göreve başlayacak birçok isim gibi ben de heyecan ve maalesef bir o kadar da korku duygularını bir arada hissediyorum. Tıbben felç olmuş sağlık sistemi içerisinde daha tıp fakültesi sıralarında birçok yıpratıcı ve yorucu geçen sürecin ardından birçok arkadaşım fiziki ve sözlü saldırıya uğruyor ve devamında belki de öldürülüyor. 36 saatlik nöbetler, verilmeyen değer ve bizi istemeyen bir düzen. Bunun sonucunda başta Almanya olmak üzere birçok yabancı dil kurslarını doktorlar dolduruyor.
Her gün uzman ve yeni mezun birçok meslektaşımızın dünyanın dört bir yanına hekimlik yapmak adına dağıldığını görüyor ve sıraya bizler de giriyoruz. Peki ya büyük binaların ve beton yığınlarının hasta bakamadığını anladığınızda çok geç olmayacak mı? Bunun hesabını kim verecek. Çocuğunu ameliyat ettirebilmek için evini arabasını satan annelerin ya da doktor bulamadığı için sevdiğini kaybeden evlatların siz olduğunu düşünün. Sorumlusu kim olacak, hesabını kim verecek? Fatura yine millete kesilecek.
Bugün hocalarım, içinizdeki arkadaşlarım ve ben doğru sağlık politikalarının uygulandığı bir Türkiye istiyoruz. Çünkü bizler ülkemize faydalı olmak ve milletimizin sağlığı için onurlu bir şekilde çalışmak istiyoruz. Ulu önderimiz Mustafa Kemal Atatürk’ün, ‘Beni Türk hekimlerine emanet ediniz’ diyerek seslendiği bizler ölmek değil yaşatmak, iyiliğin ve bilimin ışığında Türkiye’yi aydınlatmak istiyoruz.”
Sizden önce bu ülkede buzdolabı da, çamaşır makinası da, elektrikte vardı..
Onlar eskidi yenisi alınamıyor, elektrik parası PİK yaptı ödenemiyor, fabrikalar kapatıldı, insanlar işsiz evde çocuklarının yüzüne bakamıyor. Tarlalar boş, çiftçi üretemiyor.
Hani asrın liderimiz “Neredeeeen, nereye, nereden nereye” diyor ya, geldiğimiz nokta yukarıda anlatıldığı gibi! Neredeeen, nereye..