BİZ TEE İLKOKUL BİRİNCİ SINIFTA ETİKETLENİRDİK

Çok küçük yaşta etiket sahibi olan kuşağın temsilcileriyiz. Daha ilkokul birinci sınıfta etiketlenirdik. İlkokula 1953’te başladığımı da belirteyim ki, zamanı da anlatmış olayım.
(Maşallah) yedi yaşıma gelmiş ve okula yazılmıştım. Çocukluğunu ciddi sıkıntılar içinde geçiren babam bizler için hep “en iyisi, en güzeli olsun” diye uğraşırdı. Okul çantam, açılır kapanır su bardağım, Alfabe, renkli kalemler, silgi, kalemtraş… Ayrıca da bir deste defter, kırmızı kaplama kâğıdı rulosu ve etiketler…
KALIP GİBİ
El becerisi son derece gelişmişti babamın. Alfabemi, yazı defterimi, resim defterimi özenle kapladı. En ufak bir kırışıklık ya da bombe olmadı. Kalıp gibiydi kitap ve defterler.
Sıra etiketlere gelmiş ve merakım tavana erişmişti. Etiket ne idi, neye yarayacaktı?.. İlkini eline aldıktan hemen sonra arka tarafını diliyle yalayıp ıslattı. Ardından, alfabenin ön tarafına, yatayda ortalayıp dikeyde biraz yukarıda olmak üzere yapıştırdı. Aynı işlemi defterlere de uyguladı. “Parker 51” dolmakalemi vardı. Çok güzel yazan ucu ile gururlanırdı. O kalemle, etiketlere birer birer adım, soyadım, sınıfım ve numaram yazıldı. Dikkat buyurulsun; biz daha o yaşta etiket sahibi olabiliyorduk.
Babamın tamamladığı işi annem çantamı bir güzel düzenleyerek bitirdi. O an fark ettim; her ikisi de benden çok daha heyecan ve sevinç içindeydiler.
ÖNLÜKLÜYDÜK
Bizim zamanımızda ders yılı üçe bölünür, üç kez karne verilirdi. Her karne sonrası da bir haftalık tatilimiz vardı. İlk karnemiz kışa denk gelmişti. Karnem aile fertleri tarafından çok beğenildi. Annem en çok temizlik ve diş koruma derslerimin de pekiyi olmasından dolayı gururlanmaktaydı. Özellikle önlüğümüm iki cebinde durup da asla kullanmadığım kolalı iki mendil onun imzası gibiydi. Pantolon cebimde ayrıca kullanabileceğim mendilim vardı zaten.
Önlük dedim değil mi?.. Tamam, iki kelâm da onun için yazalım. Kız-erkek fark etmez, hepimiz okula önlükle giderdik. Arkadan iliklenen önlükler daha çok yerli-malı dediğimiz ucuz kumaştan yapılırdı. Amaç, varsıl ve yoksul öğrencilere aynı dış görünüşü verebilmekti.
Bir de beyaz yakalığımız olurdu. Boğazımızı saran, göğüsten düğmeli, patiskadan kesilip dikilmiş yakalık…
KIRMIZIDAN MAVİYE GEÇİŞ
Kitap ve defterlerim kırmızı kaplama kâğıdıyla korunmuştu ya, zaman içinde maviler daha çok hoşuma gitmeye başladı. İlk karneden istifade, annem vasıtasıyla durumu iletebildiğim babam bu kez de mavi kaplama kâğıdı getirip kırmızıları söktü. Çantam şimdi mavilere bürünmüştü.
FİŞLERİMİZ VARDI
Okula başladıktan bir ay kadar sonra birer zarf dağıtıldı. “Bu zarflara fişlerinizi koyacaksınız” dediler. Fiş, ince uzun kâğıttı. Her birinde, “Ali bana gel”, “Suna topu tut”, “Baba bal getir” gibi tümcecikler vardı. Her hafta yeni fiş gelir, biz de o fiştekini defterimize çekerdik. Deftere çekerken de genelde “Bir sayfa yazacaksınız” komutuna uyardık.
NE GÜZEL ŞARKILARDI
Müfredatta müzik dersi de bulunuyordu. İlkokul birinci sınıf öğrencisi için müzik kavramı kolay ve sevimli şarkıdan ileri gidemez tabii. Öğrendiklerimizden birkaç pasaj halen aklımda ve zaman zaman dilime gelir, saatlerce gitmez. Örnek düşünmeme kalmadı, biri dilime oturdu: “Bir gün okula ggiderken, Herşeye dikkat ederken, Önde bir küçük hanım, Yürüdü adım adım, Tin-tin-tin… Tin-tin-tin-tin-tin-tin…”
Bir diğeri: “Küçücük bir topacım var, ucu süslü kırbacım var…Gel bu akşam bizim eve, Döndürelim döve döve…”
72 yıllık anılar, bazen ne kadar taptaze durabiliyormuş, değil mi!..