BİZİM KUŞAK BİZİM ADANA

“Bizim kuşak, bizim Adana” içerikli bir yorum kaleme almış, durum değerlendirmesi yapmış, uyarılarda bulunmuştum. O günden bu yana bir değişiklik olmadığı için, aynı yazıyı bugün yeniden yayımlıyorum.. Belki o gün uyanamayanlar, bu gün uyanabilir diye!

İşte o yazı;

Bizim kuşak ülkenin en zengin kenti olan Adana’nın çocuğuydu. Zenginlik güneşi 1953’te parlamış, 1970’lerin ortalarına doğru batmıştı. İncirlik Havaalanı ve Seyhan Barajı için pek çok köy arazisi kamulaştırılıp karşlığında yüksek bedeller ödenmiş, o güne kadar ancak gaz-bez-tuz üçlüsüne para verebilecek durumda olan köylü, rüyada bile göremeyeceği paralara kavuşmuştu.

İncirlik Havaalanında binlerce işçi, Amerikan Standartlarına yakın ücretlerle çalışmaya başlamıştı. Seyhan Baraj inşaatında günlük çalışanların sayısı da 1500 dolaylarındaydı. Benzer şekilde, her biri birkaç yüz işçi istihdam eden fabrikalar devreye girmişti. Öyle ki, Adana’ya acilen çimento fabrikası kurmak zorunlu olmuştu. Oradan, buradan işçi getirmek zorunlu olmuştu. Ünü kısa sürede duyuldu; çevre il ve ilçeler dışında doğu ve güneydoğu’dan yepyeni hayat beklentisiyle gelenlerin ardı-arkası kesilmiyordu. Para yağmuru adeta tufana dönmüştü. Bu arada bir diğer yağış şekli de GECEKONDULAR olmuştu. Özellikle dışarıdan gelenler ev diye “Başını sokabileceği dört duvar, bir örtü” ile yetinebiliyordu. Abartısız, her gün onlarca gecekondu orada, burada mantar gibi yükseliyordu.

Pamuk, o yıllarda dünya çapında en stratejik ürünler arasındaydı ve Adana toprağı da pamuk için “birebir” sayılırdı. Zaten çağdaş teknolojiyle çalışan çok büyük fabrikalar da hammadde olarak pamuk esasına göre kurulmuştu. İçeride işleniyor, ayrıca gemiler dolusu dışarıya satılıyordu.  Başbakan Adnan MenderesAdana’yı küçük Amerika” yapmaya” kararlıydı. İthal edilen traktörlerin yarısı Adana’ya geliyordu. Toprak-Su adlı kurum bir yandan artezyen, diğer yandan kanallarla geniş tarlalara su taşırken, diğer yandan tesviye yani, yüzey düzenleme yapıyordu.

1960 İhtilali Adana Ekonomisinin dönüm noktası oldu. Önceleri CHP’nim ağır bastığı oylamalar, 1957’de Demokrat Parti lehine sonuçlandığı için Cunta iyi gözle bakmıyordu. Planlı Kalkınmaya geçerken de, “Adana zaten zengin, teşvik ihtiyacı yok” deyip bizi mağdur ettiler. Sonraki dönemlerde de “Adanalı zaten zengin” inancı hükmünü yürüttü. Bizim milletvekilleri olsun, senatörler olsun, kendilerini milletin vekili kabul ettikleri için Adana Vekili olduklarını fark edemediler, ilgisiz kaldılar.

Derken efendim, dünya ekonomisi kabuk değiştirdi, üretim teknolojisi sıçrama gösterdi ve biz ne tarımda, ne endüstride, ne turizmde, kalkınma şöyle dursun, bulunduğumuz düzeyi bile koruyamadık. Sendikaların ağır baskısı zaten iş barışının canına okumuştu. Bazı yatırımcılar tası tarağı toplayıp teşvikli yerlere taşındı. Bir kısmı da parayı dövize çevirip faizle geçinmeyi yeğ tuttu. Adana fakirleştikçe fakirleşiyordu Gel gelelim, o pek gururlandığımız Adanalı Ağalık ruhunu terk edemiyordu. Gözü-gönlü doymuştu ve halen sanki zenginmiş gibi davranıyordu. Yeni Harman paketi içine Bafra sigarası koyanları bile görüyordum.

Adana bugün fakir; hatta eskilerin tabiriyle “Fukare”. Hani, imkan olsa da, avuç açarak Ankara’da “Allah rızası için şu fukareye bir sadaka” diye dolansak yeri var. Yeri var derken içimin acısıyla genzimin yandığını da söylemeliyim. Önceki gün öğleden sonra Yüzüncü Yıl Semt Pazarı artık ve atıklarına üşüşmüş insanları görünce nefesim daraldı, tansiyonum fırladı. Yüzüncü Yıl, Adana’nın en zengin semti iken böyle bir manzara yüreğinize oturmaz da ne yapar…

Devletin işine karışmaya cesaretimiz yok; fakat en azından şu Suriyelileri üstümüzden çekseler, nefes borumuz az da olsa rahatlayacak… Ben bu kadarını yazayım, gerisini siz tamamlayın icap ederse… çimden geçenleri anladınız, değil mi?

    Bir yanıt yazın

    E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

    Röportaj

    Spor