BOHÇACI KADIN

Aşağı yukarı ayda bir gelirdi. Orta boylu, azıcık tıknazdı. Yüzünün yuvarlaklığı, yanaklarının kızıllığı her zaman dikkatimi çekerdi. Sırtında kocaman bohçayla, hafif kamburlaşarak yürürdü. Bohçası o kadar büyüktü ki, avlu kapımızın tek kanadından geçemez, kol demirini indirip iki kanadı açarak içeri alabilirdik.

Adı vardı elbette ama çoktan unuttum. Benim için adı “Bohçacı Kadın” olabilirdi ancak. Zaten annem “Oğlum git falana, filana Bohçacı Kadın geldi diye haber ver” diyerek görevlendirirdi beni. Beş on dakika içinde en aşağı sekiz on kadın gelir, bohçadan çıkarılan ve hepsi de düzgün katlanmış türlü-çeşit kumaş parçalarını birer birer incelerlerdi. Bazen bana tuhaf gelen diyaloglar olurdu:

  • Bu yeşilin pembesi yok mu?
  • Vallaha yok. Ama sitersen bir dahaki gelişimde pembesini getiririm sana.

Çok geçmeden, özenle katlanmış kumaş parçaları kocaman yığın haline gelir, bakılacak başka kumaş kalmayınca da her kadın seçtiği parçe için birer birer pazarlığa girişirdi.

  • Hele düş biraz düş, çok söyledin.
  • Kuran hakkı için başkası olsa vermem bu fiyata, senin için böyle.
  • Olsun olsun gel bunu düz sekiz lira yapalım.
  • Kurtarsa keşke, kurtarmaz. Ama canın sağ olsun, bir mecidiyeni (20 kuruş) almayayım, sekiz seksen ver hayrını gör. Ben de bir ekmek yemeyeyim mi bacım?

Sırayla hesap-kitap görülürken bohçacı kadın bir yandan da kalan kumaş parçalarını ciddiyet havalı özenle katlamaya koyulurdu. Bütün bu işlemler sürecinde iki veya üç kez bana döner. “Kurban olsun teyzesi, tulumbayı iyice basıp bir tas su ver” derdi. O yıllarda şehir suyu şebekesi bize çok uzaktı ve suyumuzu avludaki tulumbadan sağlıyorduk. Bir süre çektikten sonra gelen su yerin beş altı metre altındaki serinliğini koruduğu için yeğlenirdi.

Herkes gittikten sonra epeyi kilo kaybetmiş olan bohçasını düzgünce bağlar ve anneme “Hadi senin o güzel kahvenden yap da beraber içelim” derdi. Güzel kahve demek, çekirdek kahvenin kahve tavasında ve oracıkta yakılan ateşte kavrulup pirinçten el değirmeninde öğütülmüş kahve demekti. Kahve faslından sonra da, nereye sakladığını bir türlü fark edemediğim elişi bir hediyeyi çıkarıp annem verir, teşekkür üstüne dualarla ayrılırdı.

Bir gün yine teşekkür üstüne teşekkür ve dua üstüne dualarla çıktıktan sonra annem kapı komşumuz arkadaşına “Çok acıyorum. Allah yardımcısı olsun. Bahtı kara kadıncağızın” dedikten sonra anlattı.

Ankara’nın kazasındanmış. Allı duvaklı gelin etmişler. Üç sene mutlu-mesut yaşamış. Bir de oğlu olmuş. Allah başa vermesin, bir gün kaynı çullanmış buna. Bıçakla zorlayıp odaya götürmüş. Tam o sırada kaynana gelip görünce kıyamet kopmuş. Kovmuşlar. Kendi ailesi de kabul etmemiş tabii. Neyse ki kolundaki bilezikler, boynundaki gerdanlık kendindeymiş. Garaja gelip ilk otobüse bindiğinde Adana’ya gelmekte olduğunu bile bilmiyormuş. Altınları sermaye yapıp bohçacılığa başlamış. Kolay değil, ama ne yapsın zavallı?” 

    Bir yanıt yazın

    E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

    Röportaj

    Sağlık

    Spor