BU DENLİ BÜYÜK TEHLİKE POTANSİYELİ HİÇ OLMADI
Önceki yazımızda ülkemizi şu veya bu biçimde ilgilendiren uluslararası büyük krizleri özetlemiştim. O yıllarda bir boyutu kabadayılığa ve farklı çıkarlara dayanan savaşlar ağırlıktaydı. Denilebilir ki dünya iki kampa bölünmüştü; SSCB (Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği) ve Hür Ülkeler. Hür ülkelerin ne kadar hür oldukları ayrıca tartışılabilir elbette.
Askeri Güç, ağırlıklı olarak asker sayısına ve uçak filolarına bağlıydı. Balistik füzeler henüz yaygınlaşmamış, hatta rüştünü kanıtlamamıştı. Öyle ki, koskoca Amerika Vietnam’da on yıl boyunca bütün gücünü sarf ederek yaptığı mücadelede 53 bin personelini ve milyarlarca doları kaybetti. Aynı savaşta 250 bin kadar Vietnamlının can verdiği yazılı.
KALLEŞ SİLAHLAR
Irak halkını özgürleştirmek için arkasına başta İngiltere olmak üzere bazı Avrupa devletlerini de alan Amerika bu ülkeye binlerce ton bomba yağdırdı. Eskilerin “Ana gibi yar olmaz, Bağdat gibi diyar olmaz” dedikleri başkentte tarihi eserlerden eser kalmadı. Birkaç kez ziyaretv edip Adana hakkında notlar aldığım yazma eserlerin bulunduğu Milli Kütüphane bile yok oldu. Binlerce bebek, çocuk, kadın can verdi. Irak halkına, yazmaya bile cesaret edemediğim işkenceler yapıldı. Kadınlara yönelik istismarlar Amerikan Askerleri için övünç anıları oldu. Saddam’ın devrilmesi ve Amerika’nın müdahalesi ile coşup şarkı eşliğine dans eden Iraklılar, kısa bir süre sonra nasıl bir felâketle karşılaştıklarını gördüler. Ne var ki iş işten geçmiş, petrol zengini Irak mahvolmuştu.
GAZZE FACİALARI
Elinde sapandan ve kaçak sokulmuş birkaç roketinden başka silâhı olmayan Gazze halkı asla böyle bir gelişme beklemiyordu. Nasıl olsa İsrail’le barışılacak diye beklenmekteydi. Asıl beklenmeyen oldu, HAMAS Denilen örgüt, hesapsız-kitapsız bir kararla İsrail’e roketler fırlattı. Tüyüne bile zarar gelmeyen İsrail böyle bir fırsatı yakalayınca derhal karşı atağa geçti. Elindeki uçaklarla binlerce ton bombayı atarak Gazze’yi dünya cehennemine çevirdi. Bırakınız okulu, camiyi, kiliseyi; hastaneleri bile yerle bir etmekten çekinmeyecek kadar zalimleşti. Böyle durumlarda ciddi müdahalelerle yükümlü Birleşmiş Milletler suya çizgi çeker gibi cılız açıklamaların dışına çıkamadı. Her saat başı dünyaya insanlık dersi veren batılılar, o caniliklere ses çıkarmadıkları gibi, İsrail cellâdını haklı bile gördüler.
İsrail, daha doğrusu İsrail maskesi giymiş olan Amerika, Gazze ile yetinmedi. Suriye’ye nokta atışları yaparken, kalktı Lübnan’a girdi. Bir zamanlar “Doğunun Parisi” diye nitelendirilen Beyrut’u bombalamayı sürdürüyor. Belli ki, bu harekât çok geniş sınırlara kadar plânlanmış. Uygulama için de Hamas’ın saçma ötesi teşebbüsü bekleniyormuş.
VE İRAN
En başından beri İran’ı savaşa çekmek isteyen Amerika, Ortadoğudaki jandarması olan İsrail eliyle İran’ı savaş sahnesine çekmek üzere uğraşıyor. Netanyahu denilen toplum katili bu niyeti “İran’a Özgürlük getirme” tümcesiyle açıkladı zaten.
Bu kez durum çok farklı. O İran, Amerikan ve Batılı Ülkeler Ambargosundan sonra her alanda yüksek teknolojiye önem verdi. Eminim ki silâh alanında da, bilinenlerden çok daha fazlasına sahip. İranlılar da en az Yahudiler kadar zeki insanlar. Son füze yağmuruna bakıp aldanmak doğru olmaz. İsrail’den gelecek sert bir atak, bölgenin tamamını ateş topuna döndürebilir ve herhalde bir boyutta bizi de ciddi surette etkileyebilir. Taraflar, artık istedikleri noktayı binlerce kilometre uzaklıktan bir düğmeye basarak vurabiliyor.
1950’lerden bu yana, dünyayı ilk kez bu kadar tehlikeli limanlar yolculuğunda endişe içinde görüyor ve çok üzülüyorum.
CUMA’YA: Dışarıya mı üzülsem içeriye mi?