‘BÜYÜK ZAFER’DEN ÜÇ GÜN ÖNCE ATATÜRK’Ü AĞLATTI

1879’da İstanbul’da doğdu. Babası Mutasarrıflıktan emekli Ziya Paşa, annesi Şevkîye Hanım’dı. Bir yaşına girerken yetim kaldı. 14 yaşında girdiği Harp Okulundan 1896’da, 17 yaşındayken diploma aldı. Balkan Savaşlarında  cephelerdeydi. Yanya savunmasında yaralandı. Bu savaşlardaki başarılarından dolayı binbaşılığa yükseldi. 1915’te Seferberlik (Asker-sivil, Toplu Mücadele) sürecine girildiğinde Çanakkale’ye gönderildi.

“Çanakkale Geçilmez” ifadesine can verenlerden biri oldu. Olağanüstü başarıların ardından 17inci  Alay Komutanlığına atandı.  Bu görevi sırasında Muş’un Rus işgalinden kurtarılmasında da büyük rol oynadı ve 16’ncı Kolordu Komutanı Mustafa Kemal Paşa’nın takdirlerini kazandı. 4’üncü ve 5’inci rütbeden Mecîdi, Gümüş Muharebe, Liyâkat, Tahsiliye, Alman ve Avusturya Harp, Demir Haç Nişanları aldı. Tümen Komutanı olarak gönderildiği Suriye’de İngilizlere esir düştü.. Aralık 1919’da kurtuldu. İstanbul İkinci Sıkıyönetim Askeri Mahkemesi üyeliğine getirildiyse de bu görevi bırakıp Kurtuluş Savaşı’na katılmak üzere Ankara’ya geldi. Mustafa Kemal Paşa tarafından 11. Kafkas Tümeni (sonradan 21’inci Tümen) Komutanlığı’na atandı. Yarbay rütbesi ile Birinci ve İkinci İnönü ile Sakarya savaşlarına katıldı. 1 Mart 1922’de Miralay (Albay) rütbesini alarak 57’nci Tümen Komutanı oldu.

BÜYÜK TAARRUZ’DA

Türkiye Cumhuriyeti Devletine giden yoldaki son ve en önemli dönemeçlerinden birine girilmiş, Büyük Taarruz Plânı uygulanmaya başlamıştı. Mustafa Kemâl Paşa, son ana kadar gizli tuttuğu plânı hücum emrinden kısa bir süre önce en güvendiği komutanlarla paylaşmış ve 26 Ağustos’ta harekete geçilmişti. Başkomutan Mustafa Kemâl Paşa, Sincanlı Ovasından Dumlupınar’a kadar uzanan alanları mükemmel biçimde görebilen Çiğiltepe’nin düşman elinden alınmasını çok önemsiyordu. Bu işi Miralay’a havale etti. Çiğiltepe’deki Yunan Kuvvetlerinin başında General Nikolas Trikopis vardı. Güçlü bir direniş gösteriyorlardı. Fakat Komutan Miralay canını dişine takmış, askerlerin önünde bir oraya bir buraya koşarak adım yaklaşmayı sürdürüyordu.

27 Ağustos sabahı, saat 10:30’da Paşa Miralay’ı telefonla aradı ve durumu sordu. Miralay, “Yarım saate kadar tepe elimizde olacak komutanım” cevabını alan Paşa “Başarılar dilerim” dedi. Paşa 15 dakika sonra tekrar arayıp “Düşmanının halâ direndiğini görüyorum. Gözümüz bu çok önemli tepede…” deyince, Miralay, “Komutanım düşman tepeye bir tümen konuşlandırmış, direniyor. Ama alacağız komutanım, mutlaka alacağız…” karşılığını verdi.

SAAT 11:00 OLDU

Miralay’ın adı Reşat’tı. Paşa, “Yarım saatte alacağız” sözüne güvenmişti. Tam yarım saat sonra cepheyi aradı:

  • Reşat Bey’i istiyorum.
  • Komutanım, Reşat bey size bir mesaj bırakarak intihar etti. Mesajını okuyorum: Komutanım, yarım saat zarfında bu tepeyi almak için söz verdiğim halde sözümü yapamadığımdan dolayı yaşayamam komutanım.

Mesaj Mustafa Kemal Paşa’yı üzdü. Gözünden yaşlar akarken “Allah rahmet eylesin, Reşat Bey büyük bir vatanseverdir.” diyebildi. Aradan 45 dakika daha geçtiğinde Başkomutan’a telefon geldi: Çiğiltepe alınmıştır Komutanım. Yüzlerce ölüsünü bırakan düşman Sincanlı Ovasına doğru kaçmaktadır, arz ederim.

Aradan 14 yıl geçti. 1936 yılına gelinmiş, Soyadı Yasası çıkmıştı. Atatürk, Reşat Bey’in Ailesine Çiğiltepe Soyadını uygun gördü. Adı, Ankara, Mamak Ortaokuluna verildi. Fakat gelin görün ki, 2020’de bu okulun adını değiştirdiler. Yine de düşünceli(!) davranmış olmalılar ki, adını bu kez ücra yerdeki bir köprüye verdiler.

Nurlar içinde uyusun.

 

UYUTULAN AVRUPALILAR

BÜYÜK “ŞOK” YAŞADILAR

 

Stratejiyi sadece savaş nizamı ve hangi gücün nereye yönlendireceğiyle sınırlamamıştı Başkomutan. Aynı zamanda, elbette Yunan Krallığına taraftar olan Avrupa’dan yeni destek gelmesini önlemek için de plân yapmıştı. Buyurun, bu sıra dışı zekâ ürünü “numara”yı, Mustafa Kemal Paşa’dan dinleyelim…

“Başkomutan Savaşı’nın sonuna kadar her gün büyük başarılarla gelişen taarruzumuzu, resmî bildirilerde pek önemsiz harekâttan ibaret gösteriyorduk. Maksadımız durumu mümkün olduğu kadar dünyadan gizlemekti. Çünkü düşman ordusunu tamamen yok edeceğimizden emindik. Bunu anlayıp düşman ordusunu felaketten kurtarmak isteyeceklerin yeni teşebbüslerine meydan vermemeyi uygun görmüştük. Gerçekten, bizim hareketimizi sezdikleri zaman ve taarruzumuzun arkasından bize başvuranlar olmuştur. Örnek olarak, biz taarruzumuza devam ettiğimiz sırada Bakanlar Kurulu başkanı Rauf Bey (Orbay), ateşkes konusunda İstanbul’dan haber geldiğini bildiren 4 Eylül 1922  tarihli bir telgraf almıştım. Doğrudan doğruya bana gönderilen bir telsiz telgrafta da, İzmir’de İtilâf Devletleri konsoloslarına benime görüşmelerde bulunma yetkisinin verildiği bildirilerek hangi gün ve nerede buluşabileceğim soruluyordu. Buna verdiğim cevapta da 9 Eylül 1922’de Kemalpaşa’da görüşebileceğimizi bildirmiştim. Gerçekten de, söz verdiğim gün, ben Kemalpaşa’da bulundum.  Fakat görüşme isteyenler orada değildi. Çünkü ordularımız, İzmir rıhtımında, ilk verdiğim hedefe, Akdeniz’e ulaşmış bulunuyorlardı.”

    Bir yanıt yazın

    E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

    Röportaj

    Sağlık

    Spor