ÇAKALLAR VE ÇAKALLIK

Bağlarımızda, az da olsa rastladığımız hayvanlardandı. Çocukluğumda ben de birkaç kez karşılaştım. Korkmaya fırsat bulamadım; çünkü çakal benden korkup ok hızıyla kaçtı. Aslında, gececidir. Bağlarımızda, her akşam gün kararırken çevreden gelen çakal seslerini kanıksamıştık. Ses derken, insan tarafından çok rahat taklit edilebilen ulumalarını anlatmak istiyorum. Hançereden gelen “Uvvvvvvv….” şeklindeydi. Büyüklerimiz, bu kurttan küçük, tilkiden büyük hayvanların üzüm yemek üzere teveklerimize yaklaştığını söylerdi.
1950’lerde, bazı geceler Atatürk Parkı’na kadar gelirdi. Ürkek oldukları bilinir. İnsandan kaçarlar.
ÇAKALLI TARİFLER
Pamuk tarlalarında sıklıkla karşılaştığımız küçük karpuzlar “Çakal Karpuzu” denilirdi. Çakalla ne ilişiği var bilemem. Çakal karpuzu yiyen şanslılardan biri olarak diyebilirim ki, oldukça lezzetlidir. Tabii şimdilerde rastlanır mı, rastlanmaz mı bilemem. Belki yine rastlanıyor ama “Çakal karpuzu” diye isimlendirilmiyordur.
Güneş varken düşen yağmura da “Çakal Yağmuru” denildiğini bizim kuşak ve sanırım sonraki iki-üç kuşak çok iyi bilir.
Yağmurdan sonra güneşin parlamasını “Güneş doooğdu, çakal avradını boooğduu” tekerlemesiyle karşıladığımız çok olmuştur.
ÇAKAL SOLUĞU
Mısırlı İbrahim’den birkaç kez bahsetmiştim. Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın oğlu. 1833-1840 yılları arasında Adana ve çevresine hükmeden etkin bir yönetici. Yöremize geldiğinde kargaşa, rüşvet, haydutluk, hukuksuzluk ve yoksullukla karşılaşmış. En önce haydutluğu bitirmiş. Hakimlerine binlerce altın ücret ödediği mahkemelerle adaleti sağlamış. Bu arada üretime el atmış. Fakat bence en önemli faaliyetlerinden biri, pamuk işçilerine sağladığı olağanüstü haklar. Ücretleri kat be kat artmış. İş saatleri yeniden düzenlenerek çalışma süresi kısaltılmış. Haftada bir buçuk gün izin verilmiş.
Hepsi bu değil elbette… Bir de “çakal soluğu” denilen dinlenmeyi icad etmiş. Hadi geliniz bu soluk hakkında konuşalım… Sabahları yarım saat kahvaltı, bir saat kabakuşluk (Güneşin iki boy yükselmesi ile başlayan yaklaşık bir saatlik süre; sabahla öğlen arası sürenin ortası diyebiliriz. Bu sürenin ortası da “kabakuşluk” diye isim alırdı) ve yine bir saat öğlen yemeği molası verildi. İkindi vaktine doğru da 15 dakikalık dinlenme vardı ki, buna da “Çakal soluğu” deniliyordu.
Bütün bu tarif ve deyimlerde çakal “Sempatik mi yoksa antipatik mi?” diye sorarsanız, cevabım kısa: Bilemem!.. Ama böyleydi işte…
GELELİM ÇAKALIN KENDİNE
Köpekgiller ailesindenmiş. Bizde, “Kır kurdu” olarak da bilinirmiş kaynaklara göre. Leş dahil, gücünün yettiği her türlü hayvanla beslendiği yazılı. Üzümlerimize musallat olduğuna göre demek ki meyvelere de teşneymiş. Gündüz ulumadıklarını ben de biliyorum. İlk kez öğrendiğim bir özellikleri varmış: kuyruk dibinde yer alan bir bez salgısı ile etrafa pis koku yayabiliyorlarmış.
İNSAN KILIĞINDAKİ ÇAKALLAR
Hem iki yüzlü, hain, fırsatçı, dolandırıcı, kurnaz ve hem de korkak-ürkek olanlar da çoğu kez “Çakal” olarak tanımlanır. Bunlara her kademede rastlayabilirsiniz. Yüze Tanrım bizleri insan kılığındaki çakallardan korusun.