CHP, ÜLKENİN SORUNUDUR

Son yapılan bir anket, -hem de partiye olumlu bakan- Cumhuriyet Halk Partisinin (CHP’nin) son seçimde aldığı oyun 8 puan altında olduğunu gösteriyor. Bu günkü güçsüz durumu, yalnız CHP’lilerin değil, Türkiye’nin en öncelikli sorunudur.

CHP, Atatürk’ün siyasal hedeflerini gerçekleştirmek için halkın gücünü yanına almak amacıyla kurduğu bir partidir. Bu nedenle altı okun içindeki “halkçılık”, özel bir önem taşır. Bu ayni zamanda halkın, kulluktan kurtularak egemen bir ulus olma savaşımının ve siyasal bir bilinç kazanmasının da ilk ve dev adımıdır.

Gerçekten de 1945’te Demokrat Partinin (DP) kurulması ile halk, iki büyük partinin ilke ve hedefleri doğrultusunda bir siyasal demokratik kimlik kazanmış oldu. 1960’a kadar CHP’li ya da DP’li olmak, bu partilere oy vermek, alt kimliği ne olursa olsun, yurttaşın devletle bağını kurmak ve devletin halkla buluşmasını sağlamak açısından, güç kaynağı olmuştur.

12 Eylül 1980’e değin, bu partiler aracılığı ile halkın çoğunluğu, “Türkiye Cumhuriyeti Yurttaşı” olma bilincini ergin düzeyde özümsemiş, böylece Türkiye, laik demokratik cumhuriyeti sürdürebilen tek Müslüman ülke olma üstünlüğünü bütün dünyaya kanıtlamıştı.

1960 sonrası yeni anayasanın da verdiği olanakla partiler, çağdaş ülkelerdeki benzerleri gibi ekonomik, sosyal ve siyasal konularda daha derinliğine bir içerik kazandı. Muhafazakâr, liberal, sosyal demokrat ve hatta onların daha sağında ve solundaki partiler, Türkiye’de de meclise girecek kadar varlık gösterdi.

İlk en büyük parti olan CHP, program değişiklikleri ile hukuk devleti, özgürlükler ve insan hakları konularında daha ileri çağdaş hedefleri programına aldı. Köylünün, yoksul halkın, isçinin, esnafın yani, alt ve orta sınıfın partisi olmak vaadi ile emekten yana güçlü bir değişimi gerçekleştirdi;

İsmet İnönü 1966’da Genel Başkan olarak CHP’nin “ortanın solunda” bir parti olduğunu açıkladı. Bu değişim ve gelişme, 1970’lerde Bülent Ecevit’in Genel Başkanlığında CHP’yi, ülkenin her köyünden ve halkın yarısından (yüzde 42) aldığı oy ile iktidara taşıyan bir parti haline getirdi.

12 Eylül 1980’de partilerin kapatılması, siyasal ve toplumsal yaşamımızın erginlik aşamasına gelmekte olan bu yapısını parçaladı ve dağıttı. Çünkü o güne kadar partisine duyduğu inanç ve güvenle özümsediği üst kimliğini yitiren halk, dışa ve devletine karşı dayanışmak için partisi yerine, sahip olduğu alt kimliğine sarılmaya zorlandı.

Dolayısıyla ırk, mezhep, meslek, bölge, hemşerilik ve dinî istismar gibi ayrışmaya neden olan alt kimlik dayanışması, kısa sürede toplumun mayasını eritti. Türkiye, özellikle “laik” demokrasiyi hedefleri yolunda amaç değil araç gören Adalet ve Kalkınma Partisinin (AKP’nin) iktidarında -son çeyrek yüzyılda- bunun sonuçlarını, acı bir şekilde yaşamaya devam ediyor.

Bu gerçeğe karşın CHP, yeniden açıldığı 1992’den sonra da (1923’teki hedefleri ile her seçimde) yeterince oy alamasa da, ülkenin bütün coğrafyasında ve halkın tüm kesimlerinde var olmayı başardı. 2007 seçimine kadar en küçük mezrada, köyde, mahallede ve her bölgede seçmeni olan ve ülkenin her karesinde “değişimin gücü” yaftasını taşıyan bir partiydi.

  1. Yüzyılın başında ortaya çıkan tabloda, Edirne’den Hakkâri’ye, Muğla’dan Artvin’e uzanan Anadolu’da, artık CHP’nin değil, “AKP gibi laik demokratik cumhuriyetle hesaplaşmaya azmetmiş” bir başka partinin rüzgârı esmeye başladı.

Cumhuriyeti kuran, “yurtta barış, dünyada barış” ilkesi doğrultusunda ve Türkiye coğrafyasında, altı oklu bayrağını asarak yola çıkan CHP, Doğu Anadolu’da, Güneydoğu’da, Ankara hariç iç Anadolu’da bugün artık, inançlı ve yürekli partililerinin dışından, oy alamaz durumda.

İktidardaki partinin ve özellikle başındaki politikacıların, kin ve nefret dolu ilkel duygularla ve aile boyu çıkar hesaplarıyla ülkeyi “tek elden” yönetiyor olması, CHP’nin bu durumunun, artık yalnız CHP’lilerin değil, Türkiye’nin en öncelikli sorunu niteliğine büründüğünü göstermektedir.

Bu sonuçtan sorumluluk çıkarmak durumunda olanlar, öncelikle son on beş yıldır, parti içi mücadelenin başını çeken “Genel Bakanlar ve bazı B. Ş. Belediye Başkanlarıdır”. En üst düzeyden partiye hâkim olan “post, kariyer, kahramanlık sevdası ve sergüzeştçilik”, bireysel tutku ve sıradanlık haline gelmiş durumda.

Evet, son iki seçiminde -bana göre CHP‘nin mayasına aykırı yetişmiş bir genç olsa da- E. İmamoğlu İstanbul’da sandıkta popülist bir başarı kazandı. Ancak partinin sözünü ettiğim iç hastalıklarından yararlanarak ülke geneline ve seçmen yapısına bakmadan ve gerçekçi bir zamanlama yapmadan CHP’yi hedefine ulaşmak için merdiven gibi kullanma sevdasına kapıldı. Üstelik Genel Başkan başta, partinin bazı büyük şehir belediye başkanlarını da merdivenin basamakları haline getirdi.

Ülke iç ve dış sorunlarla yanıyorken, halkın çoğunluğu ortada olmayan bir seçim sandığının peşinde bu tırmanışı anlamadığı gibi anlamak isteyen partililer de, bir süre sonra yorgun düşecekler. Bu yanlışa dur diyecek az sayıda üst düzey genç yetkililer ise gelecek hesabında sütre gerisinde bekliyorlar.

İçten dileğim, tarihin yaşayan tek büyük siyasal hareketi CHP’nin inançlı ve yürekli örgütü eninde sonunda bu gidişe “dur” diyecektir. Dünya örneğindeki “emek en kutsal değerdir” ilkesi ve amacı için kurulmuş partiler gibi CHP’de, sürekli değişimin partisi olmaya zorlanacaktır.

    Bir yanıt yazın

    E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

    Röportaj

    Sağlık

    Spor