DEMİREL’İN AVUKATI ANLATIYOR, LÜTFEN OKUYUN!

Günlerdir yazmıyoruz.. İçimizden gelmiyor.. Konsantre olamıyoruz.. İnsanlar burnundan soluyor, ekonomi bozulmuş, huzur kalmamış, ana çocuğuna bakıyor, çocuk anasına bakıyor, baba onları izliyor..
Hayat pahalılığı almış başını gidiyor, hiç kimse yarınını göremiyor.. Tam bunlar yaşanırken ve halk burnundan solurken sayın Cumhurbaşkanının “Bu teröristler, eşkıyalar bira şişeleriyle caminin içini pislemişti. Bunlar böyle. Bunlar çürük, bunlar sürtük” lafı bir numaralı gündem haline geldi..
Sürtük kelimesi bizim lügatımızda çok ağır bir sözdür.. Genç kızların iffetine yönelik bir sözdür..
Bir ülkenin Cumhurbaşkanı, halkın huzur ve mutluluğu için çaba gösterir, o nedenle cumhurun başkanıdır.. Konuyu fazla açıp, başımıza iş açmak istmiyorum. Ancak, merhum Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in avukatının kendisiyle ilgili bir anısını anlatmak istiyorum, okuyun, farkı farkedin;
“Demirel Başbakan idi. Antalya’nın deniz sahilindeki küçük bir ilçesinde vatandaşın biri, bir kahvehanenin ortasında Rahmetli Demirel’e açıkça sövüp saymış. Başbakan olduğu için o zamanki Cezâ Kanunu’na göre, savcı re’sen soruşturma başlatmış. Buna hukukta, “madde-î mahsusa suretiyle hakaret” deriz. Ağır hakaret olduğu için tâkibat açmış, adamı suçüstü haliyle yakalanmış içeri attırmış.
Aylardan Temmuz ayıydı. Sürekli genel merkeze her çeşit bilgiler geliyordu. Rahmetli Demirel her sabah gerek Başbakanlık, gerek de Genel Merkez’e geldiğinde ilk beni çağırır, dâvâlarla ilgili gelişmeleri sorardı. Çünkü dâvâlardan çok canı yanmış. İlk önce bunları öğrenir, işlerine sâlimen başlamak isterdi.
O gün partide Özel Kalem Müdürü Talat Bey Demirel’in beni çağırdığını iletti, gittim. “Önemli bir şey var mı?” diye sordu. Ben de “Önemli bir şey değil, ama sadece bilgi arz etmek istiyorum. Antalya’nın bir ilçesinde vatandaşın birisi kahvehanede size hakarette bulunmuş, ağır – galiz sözler söylemiş. Vatandaşı tutuklamışlar. Mahkeme ‘şikâyetçi misiniz?’ diye soruyor” diye durumu kendisine açtım.
Demirel, “Bu hâkim ve savcı arkadaşlar da bazen kantarın topuzunu kaçırıyorlar. ‘Başbakan’a hakaret etti’ diye bir vatandaş tutuklanır mı? Biz burada oturuyoruz, haberimiz olmuyor. Yaptığımız uygulamalarla kim bilir adamı nasıl bunalttık ki, canını sıkmışız ki bize galiz küfürler etmiş” dedi. Ve bana dönerek, “Hemen Antalya’ya, o ilçeye git ve o vatandaşı hapisten çıkar, tahliye et gel. Sevaba girersin. Durup dururken bir ülkenin vatandaşı Başbakanına sövmez. Yaptığımız işlerle kim bilir adamın ne kadar canını sıkmışız, nasıl bunalmışız ki adam sövmüş!” dedi.
Arabamla -eşimi de alarak- Antalya’ya gittim. Mahkemeye gidip Asliye Ceza Hâkimine, dâvâya müdahale kabulünü rica ettim; “sanığın tahliyesini talep ediyoruz. Müvekkilim Başbakan Demirel bana, bir ülkenin vatandaşı Başbakanına sövmez. Biz kim bilir adamı ne kadar bunalttık ki, küfretti” dedim. Hâkim şaşırdı, duruşmaya ara verdi.
Cübbe ile bekliyorum, beni özel görüşmeye çağırdılar, savcı da içerdeydi. Hâkim, “Kusura bakmayın, bu Demirel nasıl bir adam? Gazeteler tamamen tersini yazıyor. Bu kadar hoşgörülü, geniş gönüllü insanı biz ne kadar yanlış, tanımışız” diye hayıflandı.
Duruşmaya çıktık. Sanığın tahliyesine karar verildi. Hâkim sanığa dönerek, “Demirel yok, ama avukatı var, elini öp” dedi. Sanık, “Hâkim Bey, bu bana hayatımın en ağır cezâsı. Avukatını beni tahliye için gönderen bir insana dilim kopaydı da böyle bir adama hakaret etmeseydim. Eli ne kelime ayağını öpeceğim” diye pişmanlığını tekrarladı…
Bu arada çok garip bir hâdise oldu. Antalya’ya gitmişken Alanya’ya gittik. Eşimle Alanya Kalesi’ne çıktık. Kalede kamelyada otururken, yan masada iki âile -iki hanım iki bey- oturuyordu, tartışmaya başladılar. Birisi Demirel’e hakaret ediyor, diğeri “Bir Başbakana hakaret etme, ayıp oluyor” diyor. Hakaret eden “Ne olur?” diye sorunca, “Gelirler eline kelepçeyi vurur götürürler” karşılığını veriyordu. “Demirel nereden gelecek?” sorusuna ise “Aptal mısın? Demirel seni şikâyet eder mi, avukatını gönderir eder” diyordu.
Kızım bunu duyunca koşarak yanımıza geldi, “Baba senden bahsediyorlar” dedi. Adamlar kızımın bana böyle söylediğini duyunca ayağa kalkıp, “Beyefendi siz kimsiniz?” diye sordular. Dedim ki, “Bu Beyefendinin aradığı benim, Demirel’in avukatıyım. Buraya da Demirel’e bir hakaret dâvâsı vardı onun için geldim” dedim.
“Arkadaşınız doğru söylüyor sizin yaşınıza başınıza yakışmıyor, ayıp oluyor. Bir ülkenin Başbakanına hakaret edilmez. Şimdi de birisini tahliye ettirdim geliyorum” dedim. Bu durum karşısında özür dilediler. Ve hepimiz, tam da Demirel’e hakareti tartıştıkları ve Demirel’in avukatını konuştukları sırada benim orada bulunmam mânidardı.”
İşte fark burada..