EKMEKSİZ YEYİNCE YÜREENE DUTMAZ!

Çocukluğumuzun Adanasında yürek joker organdı. Sindirim ve sinir sistemi ile beyin işlevlerini üstlenir gibiydi. Sindirim sistemi dedik değil mi? Bakınız nasıl olurmuş o zamanlar…
Diyelim sofradasınız; sevdiğiniz yiyeceklerle, içeceklerle doydunuz. Fakat daha iki saat dolmadan açlık duygusuna kapıldıysanız, yedikleriniz içtikleriniz yüreğinize tutmamıştır. Babaannem Kaç-Kaç denilen insanlık tarihinin yüz karası o korku ve kıtlık günlerini yaşadığı için beslenmekten çok doyabilmeyi öne alma huyu edinmişti. Sofrada yemeği ekmekle yememiz için uyarır ve ardından da “Yoksa yüreene dutmaz” derdi. Benzer açıklamaları başkalarından da duyardım. Selim Emmi vardı mahallemizde. Mahfesığmaz 7’nci durakta bol ağaçlı geniş bağı vardı. Yolda bir tanıdığıyla karşılaşıp havadan sudan sohbet ettiklerinde ben de dondurmacı bekliyordum. Konuşmalarını duyuyor fakat dikkat etmiyordum. Ne zaman ki ekmeksiz yenilir-yenilmez muhabbeti açıldı, dikkat kesildim. Selim Emmi, “Vallaa gardaşım doktur ekmee kesecen diyor amma ben de inadına ekmee düştüm. Naapim, ekmeksiz naadar yersem yeyim yüreeme dutmuyor, biraz soona garnım acıkyor…” dediğinde aklıma bizi uyaran babaannem gelmişti.
YÜREEM TÜKENDİ
Yüreğin tükenmesi?.. Düşünüyorum da, eğer yürek demek kalb demek ise, kalbin tükenmesi olsa olsa ölüm olurdu, değil mi? Fakat biz bunun bıkkınlık, çaresiz öfke, şiddetli yorgunluk gibi anlamlarla algılardık. Örnek verelim…
Farz edelim birine “Ne olacak bu pahalılık, bu enflasyon nasıl düşecek?” dediniz. O da size, “Hep Kılıçdaroğlu yüzünden… Kılıçdaroğlu gitsin, herşey ucuzlayacak” diye karşılık verdi… Ne yaparsınız, “Memleketi 20 yıldır Kılıçdaroğlu mu idare ediyor? Hayır!.. AKP idare ediyor…” filan gibi tezlerle karşınızdakine mantık çerçevesinde gerçeği anlatmaya çalışıyorsunuz ama bir türlü ikna edemiyorsunuz. İşte o zaman, tartışmaya tanık olanlardan biri veya birkaçı size seslenir: Yahu ne yüreğini tüketiyorsun, anlamıyor işte!..
Beş kardeştik. Tabii sık sık ya gürültümüzle, ya da kırıp döktüklerimizle rahmetli anamızı üzerdik. Kırk kez “Rahat durun!..” diye uyardıktan sonra kırk birincisinde lafı değiştirip “Öfff!.. Vallahi yüreemi tükettiniz!.. Akşam babanıza söylemezsem, o zaman!..” derdi.
YÜREEM SOVUDU
Gıcık kapılan ya da kötülük yapmış birinin başına fenalık geldiğinde, adeta öç alınmış gibi bir duyguya kapılanların sözüydü “Oh olmuş… Yüreem sovudu (Yüreğim soğudu)” ifadesi. Bir de telaşlandırıcı haber alındığında, sonucun o kadar da fena olmadığı öğrenilince soğurdu yürek.
Ortaokuldaydık. Sınıfımızda sakal tıraşı olan tek arkadaşımız vardı. Sakal diye çağırırdık. O da, sınavlarda geçer not aldığını öğrenince yüksek sesle “Lan ohhh beee!.. Yüreeğem sovudu vallaa” diyerek sevincini belli ederdi.
YÜREK ÜSTÜNE YÜZLERCE SÖZ
Yürekle kalbi eşitleriz de, dilimizde bazen ciddi ayrılıklar gösterir. Misal, “Yürekli insan” deriz de “Kalbli insan” demeyiz. Siz hiç “Yürekler acısı” yerine “Kalbler acısı” denildiğini duydunuz mu? Buna benzer başka ifadeler de var: Yüreksiz, Yüreklendirme, Yüğreğinin yağı erimek, Yüreği sızlamak, Yürekler acısı, Yüreğine su serpilmek, Yüreği titremek, Yüreği sıkılmak, vesaire, vesaire…
Umarım bu yazdıklarıma KALPTEN, af edersiniz, YÜREKTEN KATILIRSINIZ…
