EŞBABİR’LE ORCİK DİYELİM SONRA DİRHEM’E DÖNELİM

Önceki gün toplanmıştır; Elazığ Yerel Ürünler Fuarını ziyaret ettik. Yüreğir, Serinevler Kapalı Pazar yerindeydi. Büyükşehir, Çukurova ve Yüreğir belediyelerinden araç-gereç yardımı almışlar. Büyükşehir’in katkısı gerçekten büyük; kocaman sahne olan TIR aracı havayı iki kat zenginleştirmiş.

Alana girerken TIR’dan Sahneyi dolduran sazendeleri, önlerindeki davulcuyu ve yerel türküler okuyan sanatçıyı izledik dakikalarca. Sonra da satış birimlerini dolaştık. Farkında olmadan iki elimi poşetlerle doldurup öyle çıktık. Neler almadık ki…Gözüm EŞBABİR’e takıldı. Eskiden beri çok severim de yıllardır ağzıma almadım. Bilmem, siz eşbabir sever misiniz. Hemen yarım kilo aldım. Eşbabir, gerçekten gördüğüm dut kurusu mu diye poşeti bir daha yokladım. Birkaç tanenin de tadına baktım. Evet, dut kurusu, yani Elazığcasıyla eşbabir’di.

Bazı ürünler daha aldıktan sonra bir de baktım karşımızda ORCİK var. Açık sarı oluşuyla dikkat çekiyordu. Orcik, uzaktan bakıldığında altın gibi parlıyor. Eşim istedi, bir de orcik tarttırdım. Bu da, beyaz duttan yapılmış cevizli sucuğun yöresel adıymış.

HARAÇ DA VARDI HANİ

Eşbabir ve Orcik bana Kadıncık Baraj inşaatında yediğim haraçları anımsattı. Küçüklüğümde Kireçocağında (şimdi Yüzüncü Yıl) bağı olan akrabamızın getirdiği harnupları seve seve yerdim. Bağlar Dönemi sona erince uzun süre harnupsuz kaldım.

Aradan yıllar geçti…1966’da Kadıncık Baraj ve Santrallerinin proje ve kontrol müşavirliğini yapan Belçikalı Firmada tek Türk olarak çalışmaya başladım.  İşyerim ve bir dönem kaldığım lojman Torosların sevimli bucaklarındaydı. Merkez Şantiyemiz Şamlar (Şimdi Meşelik), Manaz (Şimdi Beylice) ve Kızılçukur köylerinin ortasındaki derin vadideydi. Şantiye kurulurken köylülere “Bana aklı başında, kafası çalışır, lâftan anlayan odacı lazım” demiştim. “Beşi bitirimiş, şahadetnameli (ilkokul mezunu demektir) Avare Memet tam size göre. İstanbul’da da çalıştı” dediler. İşe aldım. Mehmet yarım saatte bir lavabo aynasının karşısında dakikalarca saç taramaya gidişi dışında fena iş çıkarmıyordu.

Bir gün eğilip kulağıma “Haraç yen mi?” diye fısıldadı. Sözlerini yanlış anladığımı düşünerek tekrar ettirdim. Yanlış yok; haraç yemek isteyip istemediğimi soruyordu. Sorusunun neye dayanabileceğini düşündüm. İşe girmek için adını yazdıran yüzlerce köylüden alınabilecek “hanut” (Avanta) olabilirdi belki. “Nasıl oluyor bu haraç?” diye sordum. Bu arada hiddetle mi yoksa nezaketle mi kovacağımı düşünmeye başlamıştım ki, “Sen haraç yen mi yemen mi, onu söyle. Burada haraçtan çok ne var!..” demez mi… Gözünün içine bakıp duruyordum ki Mehmet penceremin karşısındaki yamacı gösterip “Baksene, ağaçlar haraç dolu. Köylüleri görmüyon mu? Toplayıp Mersin’de satyollar” dedi. Aynı anda da zihnimde yüz elli mumluk lamba yanıp söndü. Haraç, harnubun yerel adı olabilirdi. Öyleymiş. Kadıncık şantiyelerinde geçirdiğim 8 yıl içinde haraçtan bol bol nasiplenmiştim. Tanrım günah yazmasın, çok haraç yedim, çook!.. Bu kez de fuardaki tek Hataylı satış çadırında buldum haracı ve hemen atıldım.

İKİ DİRHEM BİR ÇEKİRDEK

Asırlarca, belki binlerce yıl ağırlık ölçüsü olarak kullanılmış harnup çekirdeği. Eski inanışa göre, boyutu farklı bile olsa ağırlığı değişmeyen tek bitki çekirdeğiymiş. Dört çekirdek bir dirhem edermiş. Dirhem. Okka’nın dört yüzde biri. Yani, 1600 harnup çekirdeği bir okka gelirmiş; okka da 1283 grama eşit. Bizden bir kuşak büyüklerimiz okkayı yaşamış. Ekmeği bile okkayla alırlarmış…

Bazı kaynaklara göre Eski Osmanlının altın paralarından biri de iki dirhem bir çekirdek ağırlığındaymış. Kılık kıyafeti gösterişli olanlar için “İki dirhem bir çekirdek giyinmiş” demelerinin ardındaki gerçek buymuş. Tavsiye ederim, giysiyi miysiyi boş verin, “Bir gram bal için bir çeki odun çiğnemem” demezseniz harnup tüketiniz.

 

    Bir yanıt yazın

    E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

    Röportaj

    Sağlık

    Spor