ESKİ OSMANLI YOK, YENİ TÜRKİYE VAR!.. TANIYIN!

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

Dünkü bölümde Fransa’nın da, bizim de barış anlaşmasına meyilli olduğumuzu Atatürk’ün anlatımıyla vurgulamıştık. Özellikle Karboğazı hezimeti ile çılgına dönen işgal kurmayları Paris’i oyalayabilmek için çıkış arıyordu.  Gözü dönmüş bazı Ermeniler bu fırsatı insanlık dışı plânla değerlendirmek istedi ve “İşimize karışmayın, erkekleri savaşta olan Türkleri imha edelim ve buraya birlikte sahiplenelim” önerisini yaptı. Çılgınlaşmış Fransızlar, “Tamam” dedi ve daha önceleri anlattığımız korkunç Kaç-Kaç olayı patladı. Ne var ki, Güneydeki Şıh Cemil’in adamları plânlanan soykırımı engelledi. İnsanlık dışı uygulama ters tepti. Adana’da kimsesi kalmayan çetelerimiz kent içine doğru harekete geçebildi ve Fransızlar artık nefes alamaz hale gelmiş oldu.

SAKARYA ZAFERİ İŞGAL GÜÇLERİNİ SİNDİRİYOR

Adana ve çevresindeki koşullar sakinleşmiş, işgalciler artık yeni bir hareketten çekinir olmuşlardı. Paris, buradan ekmek çıkmayacağını çoktan anlamış, barış için yol bulmaya çalışmaktaydı. Derken, 23 Ağustos 1921’de başlayan Sakarya Meydan Savaşı 13 Eylül’de zaferimizle sonuçlanınca, Fransa bir an evvel sonuç almak amacıyla Mustafa Kemal Paşa ile görüşme niyetini yoğunlaştırdı ve müzâkerelere geçildi.

PAŞA’DAN DİNLEYELİM

Fransa’nın temsilcisi Mösyö Buyyon görüşmelere temel olarak Sevr Anlaşması hükümlerini  getirmek istiyordu. Bununla yetinmeyip, “Bakınız, sizi değil Avrupa, daha İstanbul bile tanımış değil” deyince, Mustafa Kemal Paşa kelimelerin üstüne basa basa sert karşılık verdi. Geliniz, bundan sonrasını Paşa’dan dinleyelim: “Ben, verdiğim cevaplarda dedim ki: (Eski Osmanlı İmparatorluğundan

yeni bir Türkiye vücuda gelmiştir. Bunu tanımak lâzımdır. Bu yeni Türkiye, her müstakil (bağımsız) millet gibi hukukunu tanıtacaktır. Sevr Muahedesi (Antlaşması) Türk Milleti için o kadar meş’um bir idam kararnamesidir ki, onun bir dost ağzından çıkmamasını talep ederiz. Bu mükâlememiz (konuşmalarımız) esnasında dahi Sevr Muahedesini telaffuz etmek istemem. Sevr Muahedesini, dimağından (zihninden) çıkarmayan milletlerle, itimat esasına müstenit (dayanan) muamelata girişemeyiz. Bizim nazarımızda böyle bir muahede yoktur.)

Mustafa Kemal Paşa kararlılığını meydan okurcasına net biçimde ortaya koymuştu. Buyyon, bundan sonraki konuşmaların ve ikna teşebbüslerinin kendilerine yarar getirmeyeceğini çoktan anlamış olmakla birlikte, karşısındaki Komutanı takdirle karşılamaktaydı. Yine de, şansını defalarca denemeye çalıştı. Özellikle Misak-ı Milli (Ulusal Ant) tabirine takılmıştı. Mustafa Kemal Paşa’ya dönelim: “Nihayet, uzun müzâkere ve münâkaşalardan sora, Mösyö Franklen Buyyon, evvelâ Misak-ı Millîyi okuyup anladıktan sonra görüşmek üzere, müzakerenin tehirini (ertelenmesini) teklif etti. Ondan sora Misak-ı Millînin maddeleri baştan nihayete kadar birer birer okunarak müzakere ve münakaşaya devam olundu.

 Efendiler, Mösyö Franklen Buyyon ile mühim ve tâli mesail üzerinde

günlerce ve günlerce müdavele-i efkârda (Fikir tartışmasında) bulunduk. Netice olarak birbirimizi fikirleriyle, hisleriyle, meslekleriyle anlamak müyesser (nasip) oldu zannederim. Filhakika, Mösyö Franklen Buyyonun karar-ı kâfiye iktiran ettirip (karar vermeye yeterli görerek) imza eylediği Ankara İtilâfnamesi, Sakarya Melhame-i Kübrasından (Büyük Savaşından) 37 gün sonra, arz etmiş olduğum gibi, 20 Teşrinievvel 1921 de vücut bulmuş bir vesikadır.”

PAZARTESİ: GELELİM ADANA’YA

    Bir yanıt yazın

    E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

    Röportaj

    Sağlık

    Spor