ESKİYNEN, SETİKNEN LEĞENLER, MAŞALAR
Roman deyince aklımıza Reşat Nuri gibi, Kerime Nadir gibi, Ahmet Hamdi Tanpınar gibi yazarların eseri gelirdi. O yıllarda çingene diye bildiğimiz esmer vatandaşlara şimdi roman diyorlar. Birkaç yıl öncesine kadar romanların çingene olduğunu bilmezdim. Merak sonucu eş-dost rehberliğinde Sulukule’de geçirdiğim bir akşam eğlencesinde öğrendim.
Eskiistasyon semtinde, Hurmalının bir parçası sayılan Yüksekdolap Mahallesindeydi evimiz. Sokağımız Kurtuluş Caddesine çıkardı. Cadde üstünde, Kuruköprüye yaklaşırken, faaliyeti çoktaaan durdurulmuş Suphi Paşa Fabrikasının levhasını okurduk. Fabrikanın arkasında genişçe boşluk vardı. Boşluğun üç tarafında da iğreti barakalar görülürdü. İnanılması zor ama bu küçük küçük mağaralarda kocaman aileler yaşardı. Bu alana Çingene Mahallesi diyorduk. Sadece biz değil, uzak semtte oturanlar da Çingene Mahallesi denilince burayı bilirdi.
ÇALIŞKANDILAR
Büyüklerimizin “Sakın yaklaşma!” uyarısıyla doğan merakla arada bir burayı gözetlerdik. Çömeldikleri yerde mangallar, maşalar, ızgaralar, kebap şişleri gibi eşya yapanları çok gördüm. Bazı kadınlar da, bebek arabasından bozma tezgâhlarıyla sokak sokak dolaşarak hem erkeklerin yaptığı ürünleri, hem de çeşitli plastik eşyaları satmaya çalışırdı. Bu eşyalar için illâ da para şart değildi. Zaten kadınlar da duyurularında bunu belirtirdi. Halen kulağımdaymış gibi duran o satıcı duyurusu aynen şöyleydi: “Aydeee, mangal var, maşa var, kebaap şişleri, leğenler, süzekler!.. Eskiiiyle, setikle, bulgurlaaa!..” O yıllarda ses kayıt cihazı yoktu ama kadın her on beş yirmi adımda sanki öye bir cihaz kullanıyormuş gibi hecesiyle, ses tonuyla ve vurgusuyla aynı sözleri tekrarlardı.
BARTER TİCARET
Yüksek mektepte “Barter Ticaret” diye bir konu görmüştük. Yani, malın mal karşılığı satışı. En çok da devlet eliyle veya devlet üzerinden yapılır. Halbuki çingene kadın daha teee o yıllarda barter, yani trampa usulü satış yapabiliyordu.
Eski, artık gözden çıkarılmış eşya demekti. Bulguru bilirsiniz. Geriye kaldı setik… Bileni var, bilmeyeni var; anlatalım. O yıllarda bulgur bakkaldan alınmaz, evde yapılırdı. Buğday pazarından alınan karakılçık buğday koca kazanda kaynatılıp damda, savanlar üzerinde kurutularak çuvallanırdı. Gerekli olduğunda da, hemen her iki evin birinde bulunan el değirmeninde çekilir, kalburdan geçirilirdi. İricesi pilavlık, incesi köfteli olarak keselere konulurdu. Bir de, buğdayın kabuğu ve unu çıkardı ki, buna setik derdik. Dünyanın en lezzetli sıkması setikle yapılırdı. Ayrıca tandırda pişirilen setikli bazlama olurdu kiii, bakın, aklıma gelince ağzım nasıl sulandı, görüyor musunuz.
ŞALGAMLIK
Çingene, toplayabildiği setiği şalgamcılara satardı. Çünkü, gerçek şalgam bulgurla değil, setikle mayalanırdı. Bazı aileler de, çıkan setiği kullanarak kendi şalgamlarını üretirdi. Yine de, şalgamcının yaptığı daha keskin olurdu. Çünkü onlar, şimdi cinsini bilmediğim ağaçtan yapılmış fıçılarda mayalar, kocaman küplerde ayaza tutarlardı.
Geçenlerde o tarafa uğradım. Çingene mahallesi kayıp!.. Zaten çingene de kalmamış; hepsi roman olmuş. Setik ise bizim kuşağın anılarına büzülmüş, miskin miskin oturuyor. Ayazlı şalgam zaten yok; fabrika işi hepsi. Yani, değerli okurlarım, dünyanın eski tadı yok, yok!..