EVREN, “İDAMLARI İMZALARKEN ELLERİM HİÇ TİTREMEDİ” DEMİŞ

ONÜÇÜNCÜ BÖLÜM

Asker gözüyle zafer kavramı içinde, ölmemek, yenilmemek, ezilmemek için karşı tarafı öldürmek, yenmek, gerekirse yakıp-yıkmak yer alır. Elbette devletlerarası savaşta böylesi davranışlar kaçınılmazdır. “Bir taraf kazanır, diğer taraf kaybeder” iddiasına katılmıyorum; bence iki taraf da kaybeder, ancak bir taraf çok, diğer taraf daha az kaybetmiştir. Az kaybeden, karşıya ne kadar çok zarar vermişse, zafer de o kadar büyük olur. Bu görüşümüzü şöyle bir tarafa koyalım ve malûm darbeye dönelim.

12 Eylül Darbecileri, karşılarına aldıkları insanları bu ülke çocukları değilmiş de, memleketi ele geçirmek isteyen istilâcılar gibi mi gördü, bilinmez, akla-hayale gelmeyecek işkencelere göz yumdu. Sözüm ona “haksızlık olmasın” diye, idam cezalarının infazında “Bir sağdan-bir soldan” uygulaması yapıldı. Konsey diyebilir miyiz, bilemem; fakat Evren’in olup bitenleri kendi bakış açısıyla zafer olarak nitelendirdiğinden eminim.

ELLERİ TİTREMEMİŞ

Kudretli General, televizyonda Abbas Güçlü’nün sunduğu Genç Bakış Programında gençlerin sorularını cevaplarken idamlar için kan donduran şu ifadeyi kullandı, hem de gururla, muzaffer komutan edasıyla: O idamları imzalarken ellerim hiç titremedi. Bu yüzden hiç vicdan azabı duymadım. Vicdan azabı duymamasının temelinde acaba adil olsun diye “Bir sağdan-Bir soldan” infaz emri mi vardı; kim bilir, belki de!..

Daha önce de yazmıştık; 12 Eylül sabahı halkımız derin bir “Oh!..” çekti. Zira her gün anarşik olaylar ve oluk gibi akan kan vatandaşları bezdirmişti. Pek çok fabrika çalışamaz hale gelmiş, hak aramaktan ziyade kargaşa çıkarmak isteyen bazı sendika yöneticileri de durup dururken işleri boykot kararı aldırmışlardı. Birçok ilde, esnaf dükkânını erkenden kapatıp evine sığınıyordu. Adana’da da defalarca olduğu gibi, dükkân sahiplerine gelen kılıksız bazı kişiler “Kapatıp gidin, yoksa başınıza iş açılır” diyor ve dediklerini yaptırıyordu.

Belediyenin karşısındaki Sefer İş Hanı’’nın ikinci katındaydım. Silah sesleri yakından gelince, nasıl cesaretlenmişsem, pencereden baktım. Bir genç belediye binasının Kuzeybatı köşesinde, diğeri de karşı sokak girişindeki bina köşesinde siper almış durmadan ateş etmekteydi. Sadece onlar değil, görmediğim yerlerden de mısır kavururken çıkan sesler gibi durmaksızın patlayan mermiler duyuluyordu. Sokakta ve caddede bunlar dışında kimsecikleri göremedim. Patırtı 5 dakika kadar sürdükten sonra kesildi. Yaklaşık on dakika sonra da cadde yeniden hareketlendi.

İşte, kısman anlatabildiğim böylesi olaylar yüzünden 12 Eylül Darbesi gerçekten nefes aldırmıştı. O sevinçle, pek az yurttaş, ”İyi de kardeşim, dün akşama kadar kan dökülüyordu, bu sabah nasıl oldu da birden bire kesildi?” diye sormayı aklına getirmedi. Biz, yakınımızda olduğu için, binlerce gencin sabahın erken saatlerinden itibaren stadyuma alındığına tanık olduk. Demek ki darbe öncesinden kimlerin toplanacağı gayet net bicide bilinmekteydi.

İŞİN PERDE ARKASI

İnsanlar asılarak öldürüldükten, işkence altında yaşamını veya aklını kaybedenler olduktan sonra 12 Eylül’ün perde arkasını irkilerek öğrendik. Belli oldu ki, darbeciler aslında 11 temmuz 1979 günü saat 04.00’te idareyi ele almak için tüm birliklere gerekli emri vermişler, zarfları dağıtmışlardı. Ancak bu tarihten birkaç gün önce Demirel’in kurduğu yeni hükûmet güven oyu alınca tereddüt edip toplandılar. Sonradan Orgeneral Bedrettin Demirel’in itiraf ettiği gibi, “Biraz daha insan ölsün ki koşullar oluşsun.  Halka daha rahat kabul ettirebiliriz” düşüncesiyle darbeyi ertelediler ve dağıtılan zarfları topladılar.

NE DEĞİŞTİ Kİ?

Darbe öncesindeki 20 ay boyunca ülkede sıkıyönetim idaresi vardı. Yani,  asayişi kontrol için her türlü yetki ve olanak askerin elindeydi. 12 Eylül’den sonra tasarruf edilen yetki ve olanaklar daha önce de vardı. Dedik ya, yaygın anarşi ve her gün duyulan patlama sesleri, ortalama günde 33 can alan cinayetlerden sonra, halk olarak geri plânı düşünmek aklımıza gelmedi ve Evren gözlerde de gönüllerde de büyüdü. Referanduma sunulan Anayasa da aynı dürtülerle yüzde 92 gibi oyla kabul gördü. Ne var ki, TARİH SIRLARI KABUL ETMİYOR, ER VEYA GEÇ, GERÇEKLERİ ORTAYA DÖKÜYORDU.  Elbette bundan sonra da bugün bilmediğimiz kim bilir neler neler çıkacak ortaya…

PAZARTESİ: DARBE BİLÂNÇOSU İLE BİTİRİYORUZ

 

EVREN:

MUZAFFER(!) KOMUTAN: Sıkıyönetime karşın ülke kan gölüne dönmüş, iş barışı ortadan kalkmış, okullar normal eğitim yapamaz olmuştu. Bu koşullar altında idareyi ele alan Evren ve arkadaşlarına büyük sevgi beslendi. Memleketi kurtarmışlar, anarşiyi bir günde durdurmuşlardı. Halkın sevgisi darbeci generalleri mutlu ediyor, il il gezerek vatandaşa rahatlık ve huzur getirmiş olduklarını, kapatılan partilerin ülkeyen ne kadar zarar verdiklerini anlatıyordu. Ancak, yıllar sonra olayların perde arkası öğrenildi. Koca Evren’in cenazesine iki elin parmakları kadar insan ancak katılabildi.

 

ELLER:

VİCDANI RAHATMIŞ: TV Programcısı Abbas Güçlü’nün Genç Bakış Programına katılan Evren, “İdamları imzalarken ellerim hiç titremedi. O bakımdan vicdanım rahat” demişti.

 

ANARŞİ:

ARDI-ARKASI KESİLMİYORDU: Fotoğraftaki gibi olayların ardı-arkası kesilmiyor, ayrıca sayısız cinayetler işleniyordu. Darbe gününden itibaren anarşi de, cinayetler de kesiliverdi ve halkımız “Oh!..” dedi.

    Bir yanıt yazın

    E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

    Röportaj

    Sağlık

    Spor