FITRATI ANORMAL, OLMAZ NORMAL*
1980’den bu yana yaşananlar gösterdi ki, halk “aş ve iş” sorununu çözeceğine inanmadığı hiçbir politikacıya oy vermedi. Çok Partili ama Tek Reisli düzene geçtiğimizden bu yana, bazen durulsa da çoklukla kriz düzeyinde seyreden ve giderek ülkemizi içinden çıkılmaz sorunlarla karşı karşıya getiren politik bunalımın arkasında, çeyrek yüz yıllık bir süreç var.
Yaşanan gerçek, köylünün, isçinin, memurun, esnafın ve küçük sanayicinin yani yüzde 80 alt gelir sınıfının düştüğü boğazına kadar batık hali… Çünkü ekonominin yapısı adeta, hileli bir terazi. Terazinin bir kefesinden sürekli alınıyor. Öbür kefesine aktarılıyor.
O, hep dolduğu için gittikçe ağır basan sağ kefe, arkalarına devleti de almış olan yüzde 20’lik en zengin sınıfın kefesi. Son 70 yıldır benim yalnız ve güzel ülkem**in de içinde olduğu, sözde demokrasi ile (sandıkla) idare edilen ülkelerde gençlere okutulan ekonomi tarihi, “zenginliğin kaynağının, en zengin sınıfın elindeki sermayenin karşılığı olan kâr” olduğunu yazar. Günümüzde, dünyaya hâkim olan ekonomik sistemin adı da, işte bu nedenle “kapitalizmdir”.
Örneğin bu sistemin kontrolü altındaki ülkelerin “terazisini dengede tutma vaadi!” ile verdikleri borcun icra memuru IMF gibi baskı kuruluşları, elbette hiçbir zaman köylünün, isçinin, memurun, küçük ve orta ölçekli imalatçının ve başta emekli sabit gelirlinin pürmelaline (batık haline) bakmaz, asla düşünmezler.
Varsa yoksa bitmeyen istekleri, verdikleri dövizleri (dolarları) tahsil için daha çok vergi, daha az yatırım (üretim), daha az ücret, daha az maaş yani, “Kemer sıkma – Aştan ve İşten kısıntı (tasarruf)”. Onları sadece para piyasaları, faiz rakamları ve dövizli alacakları ilgilendirir.
Cumhur ittifakının (Mehmet Şimşek’in) son -tasarruf planı– da, adı geçmese de arkada IMF’nin gölge finans kuruluşlarının işte bu eskiden beri bilinen baskı modelinin bir kez daha uygulanması.
Bizim gibi batı kapitalizminin kitaplarından okuyan gençlere anımsatayım; 1970’lerin başında ekonomimiz, yine enflasyon ve artan işsizlikle karşı karşıyaydı. Elbette bedel ödeyenler, her zamanki gibi, emeğiyle çalışanlar ve yoksul kitleler oldu. Özal’dan sonra, Demirel’in önderliğindeki Türk-İslam sentezinin hükümetleri de ayni yolda devam ettiler. Ancak, bir önemli değişim oldu; 1995’te yüzde yirmi oyla birinci parti olan milli görüşçü (özgürlükleri ve insan haklarını esas alan, çağdaş, laik demokrasi yerine bağnaz din kardeşliğine dayalı sandık demokrasisi) Necmettin Erbakan, artık Başbakandı.
Uzun sürmedi ama 28 Şubat dolaylı müdahalesi, Erbakan’ın mağdur öğrencilerini Kasımpaşalı ve İmam Hatipli R. T. Erdoğan’ın Reisliğinde yeni bir parti AKP’yi 2002 seçimine taşıdı. 2001 krizine yani yine IMF’ye esir düşen ekonominin Aş ve İş derdine kapılan seçmen çareyi kendinden zannettiği Recep Reisin AK(!) Patisini, yüzde 34 oyla tek başına iktidar yaptı.
ABD’nin BOP (Büyük Ortadoğu Projesi) AKP’yi (R.T. Erdoğan’ı) Suriye’ye bulaştırarak Türkiye ekonomisini uluslararası sermayenin istediği gibi yönlendirmesine neden oldu. Yani yine sonunda bilinen terazin sol kefesinden alıp sağ kefesine aktarma sistemi bütün ağılığı ile halkın üstüne yıkılmış oldu.
31 Mart 2024 seçim sonuçları halkın bu sisteme karşı bir isyanıdır. O nedenle seçimin ertesi günü başlayan ve sokaklara çıkan bu isyanın, AK Saraya ulaşması ancak bir seçimle ve yine sandıkla olacaktır.
Geçte olsa CHP’nin son çıkışı, İsmet İnönü’nün 1966’da ilan ettiği “CHP Ortanın Solundadır”, Bülent Ecevit’in AK Günlere Bildirgesinde vaat ettiği ve M. K. Atatürk’ün ilke ve hedeflerini koyduğu 6 Ok’un görev bilincinin canlanmasıdır.
Fıtratı anormal olan liderlerin normale döndüğünü tarih yazdıysa da, okuyup-gören olmadı. Sol kefeyi normale getirecek yine hakkı elinden alınan halk olacaktır. Halkın kefeyi yukarı kaldıracağı gün yarın olmasa da, yarından çok uzak değildir.
(*) R. T. Erdoğan’ın unutulmaz sözü: “Bunun fıtratında bu (işçi ölümü) var”
(**) Yönetmen Nuri Bilge Ceylan’ın Cannes’da (Kan’da) büyük ödülü aldığında söylediği çok önemli yakıştırma.