GAZETELERİN PATRONU KİM?

Bu sorunun cevabı yıllardır tartışılır.. Doğrusu,  tesislerin sahibi patrondur ama, gazetelerin sahibi değildir. Genel Yayın Müdürü, Yazı İşleri Müdürüdürü de değildir.  Gerçek sahibi  her zaman okuyuculardır..

Mesela, bir zamanlar Hürriyet ve Günaydın’ı çıkaran Simavi kardeşleri künyede yer almalarının dışında hiç duydunuz mu?

Mesela, Milliyet’te Ercüment  Karaca’nın adını, künyede yer almasının dışında duyan var mı?

Ya da Tercüman’da Kemal Ilıcak’ın adını kaç defa duydunuz? Veya Cumhuriyet Gazetesi’nin sahibinin Yunus Nadi olduğunu kaç kişi bilir?

Bu gazeteler, Cumhuriyet ile birlikte Türkiye’nin en yaygın ve saygın gazeteleriydi..

 Zaman zaman adı geçmiş olsa da Tercüman Gazetesi’nin dışında hiç birinin ticari faaliyeti yoktu, iktidardan da beklentileri yoktu..

İşte o zaman özgür  ve saygın basın, itibar gören gazete ve gazeteciler vardı..

Kaldı mı şimdi?

Çor-çocuklar yorum yapıyor.. Daha doğrusu yalakalık yapıyor.. “Bazı yürekli gazeteci ve yorumcuları tenzih ederim. Onlar da bir elin parmakları kadar kaldılar.”

 “Gazetecinin parası pul, karısı dul” derlerdi, şimdi köşe dönmeyene gazeteci demiyorlar.. Kazan-kazan oynuyorlar.. Hep kendileri kazanıyor, hem patronlarına kazandırıyorlar.. Çünkü çark öyle dönüyor.. Amaç habercilik değil, amaç uyarıcılık değil, köşe dönücülük oldu.

Bakın size aynı gazetede çalışmış olmaktan gurur duyduğum Tufan Türenç ile Erhan Akyıldız’ın kaleme aldığı GAZETECİ kitabından bir bölüm aktaracağım.. Orada gazeteciliğin, sadece gazeteciliğin nasıl yapıldığının çok somut bir örneği var..

Ali Naci Karacan vefat etmiş, geride büyük bir borç yükü bırakmış.. Avukatları, bu borç yükünün altından kalkamayacaklarını, reddi miras davası açmaları gerektiğini söylemiş.. Aile zor durumda, Ercüment Karacan henüz 34 yaşında.. Ercüment Karacan, arkadaşı Abdi İpekçi ile konuşuyor, durumu anlatıyor,birlikte çalışmayı teklif ediyor ve şöyle diyor;

Abdi, sekiz yıldır bu işin içindeyim. Her ne kadar gazetecilik öğrenimi görmediysem de, patron olarak bu bu gazeteyi götürebilecek gücü kendimde görüyorum. Zaten bab-ı Ali’de bir tane gazetecilik öğrenimi yapmış patron  gösteremezsin bana. Burası bir işyeri ama, bir lastik fabrikası değil, .bunu biliyorum. Sen evet dersen, birlikte götürebiliriz. Yalnız şunu unutma, babamdan bize kalan bir yığın borç senedinden başka hiçbir dayanağımız yok.”

  Merhum Ercümen Karacan, sözün son noktasını şöyle koyar;

  “Gazetenin kapanması da söz konusu olur.”

Ve bir söz daha ekliyor Ercüment Karacan;

 “SEN EVET DERSEN..”

Milliyet’in devamı Abdi İpekçi’nin onayına kalmıştır. Abdi İpekçi de hiç tereddüt etmeden “Tabi Ercüment, birlikte götürürüz.. Zaten başka çaresi yok” demişti..

Duygulu anlar yaşanıyordu.. Ercüment Karacan dayanamıyor şöyle diyordu;

 “Teşekkür ederim Abdi. Eğer sen hayır deseydin, redd-i miras talebinde bulunup, kendime başka bir yön çizecektim.”

Neden yazdık.. O günkü Milliyet’le bugünkü Milliyet’i kıyaslayasınız diye.. Ercüment Karacan’ın “Burası bir iş yeri ama lastik fabrikası değil” sözünü bilesiniz diye..

Bakınız bugün gazetelerin durumuna.. Gazete matbaası mı, lastik fabrikası mı?

Gazete matbaası mı, yalaka makinası mı? 

Gazetelerinin gerçek patronu okurlar olmadıkça, o gazeteler sadece bir kağıt parçasından ibaret olur.. Kağıt parçasıyla ne yapılır?

Bu sorunun cevabını en iyi bilen bu toplumdur..

Patronu okuyucu olmayan  gazeteler kağıt parçası olmaktan öte gidemezler..

………………….

RAHMETLE VE SAYGIYLA ANIYORUZ

    Bir yanıt yazın

    E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

    Röportaj

    Sağlık

    Spor