“GİRİTLİ ÖKSÜZLER” (Mustafa-Stella aşkı)
Gazeteci H.Yüksel Hançerli, babası İbrahim Hançerli’nin bıraktığı yerden mübadil bayrağıyla geçmişten geleceğe sürdürdüğü belgesel koşusunun denek taşlarını yapıtlarla belirginleştiriyor. Kayıt altına aldığı bu koşuda özelde ailesinin Girit’ten Adana’ya uzanan mübadele tarihi kökenleriyle ortaya koyma çabası, genelde ise “Büyük Mübadele”/ ”Zorunlu Göç”ünün çerçevesini oluşturmaya da yararken; diğer yandan Adana ve Girit tarihi, sosyal yaşamının izlerini sürmektedir.
- Yüksel Hançerli’nin belgesel özellikle çaba ve çalışmalarının sonucunda mutlu sona ulaşılırken, kendisi de bir Girit mübadili olan sinema yönetmeni Çağan Irmak’ın, konuyla ilgili yaptığı “Dedemin İnsanları” adlı filmde, Hançerli’nin, parçalanmış ailelerin/ailesinin gerçek yaşam öyküsünü anlattığı “Giritli Mübadillerin Son Durağı: Çukurova” isimli kitabından da yararlanmış. Kitapta ise ressam Veysel Kubat’ın yaşam öyküsüne koşut temsili resimleri yer almaktadır.
Bir mübadil çocuğu olarak H.Yüksel Hançerli, “Giritli Öksüzler” adlı kitabında Adana’ya getirilen babası ile Girit’te kalmak zorunda kalan amcası Mustafa’nın (Selim) hüzünlü yaşam öyküsüne yer vermektedir… Ki, Stella isimli sevdiği Rum kızını Türkiye’ye kaçırmak için vasisi olduğu amcasından yüklü miktarda aldığı altınları saklaması için verdiği arkadaşını bir daha göremeyerek zorunlu olarak Girit’te kalan amca Mustafa’nın (Selim) yaşamına damga vuran mübadil öyküsü filmlere konu olacak denli oldukça ilginç ve dramatiktir.
Bir yerden bir yere gitmek, yerleşmek zordur, hüzünlüdür… Doğduğu topraklardan başka bir yere gitmek, özellikle en yakın bireyini bir daha göremeyeceği bir yere gitmek, parçalanan bir aile ferdi olarak yerleşmek çok zordan öte acıdır, dramatiktir. Hani Ataol Behramoğlu’nun bir sürgün olarak bulunduğu Yunan adalarından birinde yazdığı “Bebeklerin Ulusu Yoktur” adlı şiirde de anlatıldığı gibi; ulus, kimlik, köken ayrımı olmadan çok zor olmaktan öte acıdır, dramatiktir, trajiktir. İki kardeş ölene kadar birbirilerini bir daha göremediği gibi; Adana’ya gelen İbrahim Hançerli, Erdek’e yerleştirilen amcası Arif ile iki dayısını da bir daha göremez.
*”BÜYÜK MÜBADİL”
30 Ocak 1923 tarihinde imzalanan Lozan Antlaşması gereği Türkiye ve Yunanistan gibi her iki ülkede bulunan yaklaşık bir milyon Türk ve Rum azınlıkların dinsel kökenine göre tarihin en büyük göçünün yaşanarak, kendi ülkelerinde zorunlu yerleşiminin sağlanmasına yer veriliyor…
Konunun iki trajik yanı var… Birincisi kendi vatanına bile gidiyor olsan, doğduğun, yaşadığın topraklardan ayrılmak; ikincisi, nereye, hangi limana gideceği bilinilmeyen bir göçte ailelerin parçalanması… Üçüncüsü ise gittiğiniz yerlerde size olan bakış açısı… İşte özgürlüğe kavuşulacak günün heyecanını böylesine belirsiz kaygılar, acılar gölgeleyebiliyor.
Konu, Girit’teki lakabıyla Baba Karpeta İbrahim’in Kandiye’den Kuruköprü’deki Yeni Camii Sokağı’ndaki (Sanatçılar Sokağı) iki katlı bir eve uzanan mübadele öyküsüdür…
Çınarlı İlkokulu’na kayıt olup, ekonomik nedenlerle 3.sınıfa kadar okuyan İbrahim Hançerli, daha sonra, tüm mübadil çocukları gibi Sümer Dokuma Fabrikası’nda çalışmaya başlar. Bu ara geçirdiği bir iş kazası nedeniyle kolu kesilmekten kurtulunca bir daha dönmez Sümer’e ve Adana’nın ilk fotoğrafçısı olan Gaston Mizrahi’nin yanında çalışmaya başlar. 2. Dünya savaşı sırasında Trakya’da askerliğini yaparken fotoğrafçılığı da sürdürür. Çadırda koyu renk battaniyelerin altında filmlerini banyo yapar. Askerdeyken izinli günlerinde İstanbul’a yakın olan Gemlik’e giderek, burada teyzesinin oğlu Cafer’le, halasının kızını bulur.
Askerlik sonrasında Adana’ya dönen İbrahim Hançerli, fotoğrafçılığı sürdürerek, İnönü Caddesi’nde Foto Spor olarak Adana’nın tanınmış bir fotoğrafçısı olur. Rumca bildiği için tercümanlık da yapar.1927’de nüfus cüzdanı alır; 1934’de, babasından kalan o değerli kemik saplı hançerin anısına Hançerli soyadını alır. Bu ara, kendisi de bir mübadil olan görücü usulüyle evlendiği eşi zamanının parmakla gösterilen lise mezunlarından olup, eşine iş hayatında çok büyük destek olur… Onlar da mübadil olarak Gemlik’e gelirler. Bu ara babasının rahatsızlığı ve sıcak bir yerde yaşamasının sağlığına iyi geleceği için Mersin’e taşındıktan sonra tanışırlar.
İbrahim Hançerli, Girit’te kalan kardeşiyle de hep iletişim kurmaya çalışır… Bir gün bir Rum Kuruköprü’deki Yüksek Kahve’de ağabeyinin 2. Dünya Savaşı’ndaki bombardımanda öldüğünü söyler. Verdiği Girit’teki adrese mektup yazar (1961). Dört yıl sonra Almanya üzerinden mektup gelir. Bir türlü iletişim kuramaz, kesin bir sonuç alamaz. Aradan epeyi bir zaman geçtikten sonra, kitabın da yazarı olan oğlu H. Yüksel Hançerli, Söke’deki mübadil Bilal Türkoğlu’na ulaşır. Bir ay kadar sonra o Girit’e gittiğinde de akrabalarıyla telefon iletişimi sağlanır. Böylece aradan geçen seksen beş yıl sonra Adana/Girit arasındaki akraba köprüsü kurulur. Görüştüklerinde, Girit’teki akrabaların da iki bin yılı başlarında onları aradıklarını öğrenirler. Girit, Kandiye ziyaret edilir. Babasının doğduğu köy olan Badia’ya gidilir.
*MUSTAFA-STELLA AŞKI
Kitapta olduğu gibi, en sona bırakmak istediğimiz, belki de tarihlere geçecek olan, filmlere, romanlara konu olabilecek, Mübadele fırtınası içinde bambaşka bir fırtına olan Mustafa (Selim)-Stella aşkı yaşanmaktadır Kandiye’de…
Ve aşkın dili, dini, ırkı, rengi birdir her devirde…
18 yaşındaki Mustafa, Filipo köyünden Stella’ya âşık olur… Stella, bir gün eşeğiyle komşu köyün zeytinyağı fabrikasına yük götürürken eşeği çamura saplanır ve kıpırdayamaz. Stella’yı gören Mustafa çarpılırcasına ona bakar. Adeta büyülenmiştir onu gördüğünde. Göz göze geldiklerinde adeta donar. Ona âşık olur. Nice sonra ona yardım ederek, çamura saplanan eşeğini kurtarır. Stella teşekkür ettiğinde, Mustafa: ”İstersen beraber mutlu olabiliriz” dediğinde gülüşürler. Daha sonra fırsat buldukça köyün dışında buluşurlar. Dinlerinin farklılığı nedeniyle herhangi bir sorun yaşamazlar. Mustafa’ya (Selim), babası Cafer Ağa’nın ölümünden sonra dayısı Cemalaki Selim Oğlu Hüseyin Ağa vasi olarak verilir. İşte bu mübadele gündeme geldiğinde Mustafa, Stella’yı da Türkiye’ye kaçırmaya karar verir. Bunun için dayısından, babasının kalan paraları olarak yüklüce miktarda altın alır. Aldığı altınları saklaması için verdiği arkadaşı ortadan kaybolunca da Mustafa çaresiz kalır. Tasfiye Beyannemesi’nde vardır. Gemiye adım attığında Yunan vatandaşlığı sona erecektir. Onun, Girit Heraklion’da kaldığını öğrenen polis yakalama emri çıkarsa da, Selim olan adını Mustafa olarak değiştirdiği için bir sonuç alınamaz. Dayısı Hüseyin Ağa ile amcası Arif Ağa ilk gemi ile Kandiye’den ayrılınca (1924) Selim, kardeşi İbrahim gemiye bininceye kadar ona el sallar. Yeni adıyla Mustafa, tüm yakınları ayrıldıktan sonra kendini polisten ve çevreden korumak için Kandiye’nin güneyindeki yaylalık yer olan Arşendirias’a yerleşerek, Hiristiyan’lığı kabul edip, burada vaftiz olur. Mustafa olan adını Nikitas olarak değiştirir. Stella ile evlenirler; Maria, Manolis, Stavros, İreni adlarında çocukları olur. 2. Dünya Savaşı’nda, stratejik önemi olan Girit’i işgal eden Alman karargâhına otlattığı keçileri girdiği için de tutuklanarak köyü olan Tsoutsounus’ta hapsedilir. Bir arkadaşıyla birlikte bir gece hapisten kaçarken de Alman askerleri tarafından vurulur. İşte Selim’den Mustafa’ya, Mustafa’dan Nikitais’e uzanan ilginç yaşam ve aşk öyküsünün kahramanı olan Nikitais’ın hayatına burada son nokta konulur. Onun ölümünden sonra Stella çok zor durumdadır. Tek gelir kaynağı keçileridir. Çocuklarını, evini geçindirmek için bu kez o keçi çobanlığını sürdürmeye başlar… Stella perişan olur ama çocukları için direnir. Bir gün iki çocuğuyla birlikte keçilerini otlatırken kar fırtınasına yakalanır. Çocuklarını donmaktan kurtarır ama kendi donar. Kötü hava koşulu nedeniyle cenazesi Arşendiras’ta toprağa verilemez. Deniz kenarında bulunan, Nikitais’in öldüğü yere yakın Aziz Nikitas Manastır’nda toprağa verilir. Kim bilir, son olarak Nikitais ile olan aşkının yolundaki bir garip tesadüf olsa gerek, eşiyle aynı adı taşıyan Nikitais Manastırı. Orda ebedi aşkı Nikitais de hep yanındadır belki!
Babası ile annesini kaybeden Mustafa ilke Stella’nın dört çocuğu, büyükbabalarının eşi Drako büyütür. Dört çocuğun en büyüğü olan Manolis Kerpeta çocukların geçimini sağlamaya çalışır. Yine tek gelir kaynağı keçilerdir. Onları otlatırken ıslanan giysilerinin yedeği olmadığı için değişemediği gibi, odunları olmadığı için de kurutamayıp, ıslak ıslak yatağa girdiği, aşk öyküsünün yedeğindeki başka bir hüzünlü sahnedir.
Hani bir söz vardır… “Allah kimseyi yerinden yurdundan etmesin” derler. İşte bu tür kitlesel olaylar da bu özlü sözlerin değeri daha çok anlaşılıyor. Özellikle böyle parçalanmış ailelerin dramatik öyküsünü ardında bırakan zorunlu göçler kuşaklar boyu ve onlarca yıl önlenemez bir aydınlatılmayı duygusal refleks hâline getiren mutlu son amacını güder. Araştırmacı-Fotoğrafçı H.Yüksel Hançerli baba vasiyeti gibi algıladığı bu parçalanmış aile kavuşmasına babası İbrahim Hançerli’nin özlemlerini de taşır. Onun özlemlerine son veren bir sevinçle de gerçek yaşam öyküsünü 85 yıl sonra olsa da mutlu sonla noktalar.
*(Babam ve Amcam – Giritli Öksüzler/H.Yüksel Hançerli/Hançerli Fotoğtafçılık Yayınları/104 sayfa/Ocak 2013)