GİZLİ TANIK VE YALANCI TANIK

Yalancı Tanık tabiriyle karşılaşırdık. Eskiden tanık sözcüğü yaygın olmadığından yalancı şahit diye bilirdik. Gizli Tanık nitelemesini birkaç yıl önce öğrendim. Büyükşehir Belediyesi ile Türkiye Belediyeler Birliği Kurucu Başkanı Aytaç Durak’la ilgili bir mahkeme zaptında okudum Gizli Tanık ifadesini.

Anımsatalım; başkanlığı beşinci kez kazandıktan bir yıl sonra görevden alınmıştı Başkan Durak. İletilen belgede, “Yapılacak soruşturmanın selâmeti için…” yazıyordu. Çok tuhaf değil mi; yapılmış bir soruşturma yok, daha ileride yapılacak soruşturmadan bahsedilerek makamdan uzaklaştırılmıştı Sayın Durak. Aradan yıllar geçmişti öğrendiğimde; görevden alındıktan sonra 357 soruşturma dosyası hazırlanmış. 46’sı da mahkemeye intikal etmiş. Bir süre sonra da Başkan 43 gün tutuklu kaldı. Beraat kararının önemli unsurlarından biri işte o gizli tanık ifadesiydi. FETÖ uygulamaları ile bilinçli kumpas dalgaları ile Durak’ın başına çorap örüldüğünü ayrıntılarıyla anlatmıştı. Durak davaların tamamından beraat etti ama her nedense makama dönüşü ancak bir sonraki seçimden üç-dört gün önce oldu.

Yanılmıyorsam Zafer Partisi Genel Başkanı Profesör Özdağ’ın tutuklama sürecinde geçmişti gizli tanık. Şimdilerde de İstanbul’u çok büyük farkla kazanan Ekrem İmamoğlu’na isnat edilen suçlamalar kapsamında bahsedildiği için anımsadıklarımı yazdım. İçtenlikle söylemek gerekirse, “Gizli” sözcüğünü baş parmak tırnağımda kaşıntıya yol açacak kadar antipatik bulurum. Tanığın gizli olmasının da karşı tarafın savunma gücünü aksatabileceğini düşünürüm. Bundan fazlasını söyleyemem çünkü çizginin bu yanı hukukçuların daire-i ıttılaında, yani bilgi alanında yer alır.

YALANCI ŞAHİT

Bir tekerleme vardır dilimizde; “Bozacının şahidi şıracı” derler (di). Birbirine yakın iki kişinin yek diğeri hakkındaki olumlu ya da koruyucu tanıklığına güvenilemeyeceği anlamındadır..

Bunların tamamı bir yana, daha gençliğimizde nafakasını yalancı şahitlik yaparak kazananlar olduğunu duyardık ve bilirdik. Bunlar daha çok adliye binasının karşısındaki sabahçı kahvesinde zaman geçirir, yalancı şahide gereksinimi olanlara yardımcı olurdu. Elbette bu yardımın bedel karşılığında yapılırdı.

Bunlardan biriyle ilgili hikâye duymuştum. Çok ilginçtir; anlatayım. O yıllarda bazı ilçelerde ve nahiyelerde mahkeme olmadığı için işi düşenler Adana’ya başvururdu. Elbette motorlu taşıtla değil, at veya eşekle gelirler ve mahkeme saatine kadar sabahçı kahvesinde zaman geçirirlerdi.

 

Köyden geldiği her haliyle belli böyle birini fark eden uzman yalancı tanık, adama yaklaşır. Sigara tutarak “Hayrola hemşerim, dertli gördüm seni, nedir mesele?” diye sorar. Adamcağız iç çekerek, “Ne deyim gardaşım, bir alacak-verecek meselesinden mahkemeye geldik işte” der demez beriki abartılı ve hiddet havalı bir sesle, “Daha vermedi mi lan paranı namussuz herif!” diye ünler. Köylü bir süre sessiz kaldıktan sonra iç çekerek, “Yok, yok…Öyle değil, borçlu olan benim…” der demez bizim uzman çok kızgın ifadeyle, “Lan elli kere mi verecen namussuza. Yaz ağam yaz, beni şahit yaz. Borcunu çoktan ve fazla fazla ödediğini söylerim, merak etme” der ve dönüp garsona seslenir: “İzzet, iki çay kap bize!..”

    Bir yanıt yazın

    E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

    Röportaj

    Sağlık

    Spor