GÜÇÇÜK GANEL ANA MEKTEBİMİZ BÖYÜK DE LİSANS MERKEZİMİZDİ

Topu topu üç-urup asır geçmiş aradan. Üç urup demek, üç çeyrek demek. Ekmeği dörde bölüp bir parçasını bıraktığınızda kalanı üç urup olur. Çocukluğumuzda ekmekler ekmek gibi olurdu. Ağırlığı vardı. O zamanın urup ekmeği, şimdinin yarım ekmeğinden daha doyurucuydu. Bu nedenle de “urup” sözcüğü epeyi kullanılırdı.

EKMEKTE DEĞİL ÇİMMEKTEYİZ

Kavram kargaşası yaratmamak adına konuya ekmekten girip urup’un değişerek günümüze çeyrek olarak ulaştığını anlattığımıza bakmayın; meramımız ekmek değil, çimmek’ti. Çimmek, birbirine yakın iki anlam taşırdı: yüzmek ve yıkanmak. Konumuzu, yüzmek cephesinde işleyeceğiz kısmet olursa.

Zamanın ebeveynlerine hayranım, Çocuklarına yüzme öğretmek için ellerinden gelen her şeyi yapıyorlar. Çocukluğumuzda ise, tıfıllar, yani küçükler için en güçlü yasaklardandı çimmek. İstisnalar vardı elbette, fakat çoğunluk yasaklamıştı. Devlet en büyük yasakçıydı zaten. Suyun göze çarptığı her yere tabela koymuşlardı: “Dikkat, suya yaklaşmak tehlikeli ve yasaktır”…

HOKUS POKUS ELBİSE YOKUS

Yasak o kadar resmileşmişti ki, defalarca tanık olup işitmişizdir; yasağı delip suya giren çocukların giysileri bekçi tarafından toplanıp götürülürdü. Bu nedenle de yüzmeye niyet edenler yaşamlarının en büyük dikkatini çevrede giysi avcısı olup olamayacağına dair hesap için ortaya koyardı. Yine de iki kulaçta bir gözü kıyıya kayardı.

Ailelerin endişesi boğulma tehlikesinden kaynaklanırdı. Gözetim altında iken yüzmeye izin verilebilirdi. Fakat aileden gizli çimmek neredeyse “Günah-ı kebayir” yani büyük günahlardan sayılırdı neredeyse. Karşılığı çoğu kez dayaktı.

Kaçamak yapmış çocuğun tek bir korkusu vardı. Akşam aileden bir büyük tırnağını çocuğun eli ile dirseği arasında gezdirdiğinde, varsa, suç ayna gibi belirirdi. Çünkü tırnağın ardında açık renk bir az oluşur ve bu da çimmiş olmanın sağlam kanıtı kabul edilirdi.

GÜÇÇÜK GANEL, BÖYÜK GANEL

Yasak- masak, bizden önceki, biz ve bizden birkaç kuşak sonrakiler için deniz ve göl dışında iki alan vardı çimmek için. DSİ’nin sulama amaçlı tek kanalı vardı o yıllarda. Kentin hemen kuzeyinde, uzunca bir mesafede tren yoluna paralel giden kanal. İkincisi henüz akılda fikirde bile değil. Bu kanal, birkaç noktada ikincilk kanalları beslerdi. İşte bu ikincillerin azıcık derinleşip genişlediği yerler, miniklerin yüzme havuzu sayılırdı. Suyla haşır-neşir olmak içim ana mektebi gibi yerlerdi bunlar. En itibarlıları, Marsa’nın hemen doğu yanında ve Motor Sanat’ın Doğu girişi tarafındaydı. Çocuk literatüründe, bunlar güççük ganel sayılırdı. Kanala kanal derdik de, iş çimmekle ilgli ise, kanal kanallıktan çıkar ganel olurdu. Tıpkı küçük yerine güççük denilmesi gibi.

Ana sulama kanalı da elbette “Böyük ganel” kabul edilmişti. Burada abiler yüzerdi. Büyüklerimizden duyardık, Türkiye’nin yıllar yılı yüzme şampiyonluğunu kimseye kaptırmayan Adanalı Yüzücü abilerimiz antrenmanlarını kanalda yaparlarmış.

GÖLLE DÜZEY GELDİ

Baraj Gölü 1955 yazından itibaren yüzücülere kucak açmıştı. Santralin resmi açılışı 8 Nisan 1956 günü yapılmış olmasına karşın, havzada suyun biriktirilmesine çok önceden geçilmişti. Barajdan sonra, gruplar halinde yüzmeye gelenlere göz yumuldu. Hatta belli kesimleri plaj olarak kabul edildi.

 

    Bir yanıt yazın

    E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

    Röportaj

    Sağlık

    Spor