GÜVERCİNCİLİK DOLABI VE DE GÜVERCİNCİLER

Çok azaldı… Çocukluğumuzun, hatta gençliğimizin Adana’sında hemen hemen her sokakta bir veya daha fazla dolap olurdu. “Dolap” derken, aklınıza buzdolabı, elbise dolabı, mutfak dolabı; hatta, su dolabı gelmesin. Bahsettiğimiz, güvercin dolabıdır. Bir, en çok iki güvercin sığacak boyutlarda göz göz hazırlanmış dolaplardır bunlar. Birinden bahsederken “Dolabı var” denildiğinde, anlaşılırdı ki o kişi güvercin besleyen meraklılardan biridir.

Bizim sokakta İngiliz Yusuf ve Mongol Refik dolap sahipleriydi. Yusuf, turuncuya çalan saçlarından dolayı “Ingiliz” olarak bilinirdi. Refik de, her zaman mongol, yani saf ipekten gömlek giydiği için böyle namlanmıştı. İkisi de saygılı, kimseyi kırmayan, kendi halinde komşu sayılırdı. İngiliz, her yaz karpuz sergisi kurarken, Mongol da, haftada, onbeş günde bir, üç dört sandık balık getirip nafakasına destek yapardı.

Yağışsız havalarda, her ikisinin  sesini duyardık. Adana evlerinin damı o yıllarda da düz olurdu. Daha doğrusu düz olmalıydı; yazları, bağa, dağa gitmeyenler akşam üstü damda yemek yer, dama serili yataklarda, cibinlik içinde uyuyarak hem sıcaktan, hem de sivri sinek belasından kurtulmuş olurdu. Düz dam, güvercinciler için uygun mekanlardı. Elindeki veya beslemeyi düşündüğü kuş sayısına göre hazırlanmış dolapları, kuş yemini ve diğer gereksinimlerini dama yerleştirir, kuşları uçurma seanslarını da yine damda yapardı.

Güvercincilere kısaca “Kuşçu” da denilirdi. Kuşçular, çoklukla, biri öğleden önce, diğeri ikindi olmak üzer5e iki kez uçuş yaptırırdı. Havalandıracaklarını alıp birer birer yukarıya doğru fırlatırdı. Yanılmış olabilirim, sanırım her defasında on kadar kuşa uçuş görevi veriliyordu. İlk anda çevre damlara, ağaçlara konan kuşlara , ucunda kırmızı bez parçası bağlı kamışı sallarken ıslık çalıp “Kak!..” diye seslenmek gerekirdi. Kak, “Kalk” yani “Havalan” anlamındaydı. Kuşçuların ıslığı hep ayın usulde çıkardı; üst dişlerini, gerili alt dudaklarına yapıştırıp dişlerinin arsında verdikleri havayla becerirlerdi. Hayatım boyunca belki bin kez deneyip de yapamadığım şeydir o kuşçu ıslığı.

İkisi, üçü havalanırken diğer görevliler de harekete geçer ve hızla yükselerek dolap merkezli daire çizerek uçarlardı. Galiba, uçarken bir yandan da dolaplarının bulunduğu yere bakarak kuşçunun yeni komutunu beklerlerdi. Ucu kırmızı çaputlu (bez parçası) kamış arada sırada sallanıyorsa, bunun anlamı “Uçuşa devam” demekti. Her uçuşun kaç dakika sürdüğünü söyleyemem. Ancak, artık aşağıya inmeleri gerektiğinde, kuşçu, “Parlakçı” diye bilinen güvercinlerden birini alıp kanatları serbest kalacak şekilde, arka yarısını kavradıktan sonra aşağı yukarı sallardı. Parlakçı, her harekette sürekli kanat çırpardı ki, bu işleme “Parlak çekmek” denilirdi. İnanması zor, hatta çok zor ama gerçek, yüzlerce metre yükseklikte de olsa, havadaki güvercinler parlak çekildiğini görüp bazen pike yaparak, bazen taklalar atarak inerdi.

Hangileridir bilemem, bazı cins kuşlar çok yüksek fiyatla alıcı bulurdu ki, günümüzde de ikinci el otomobil fiyatına güvercin alım-satımı yapıldığını duymaktayım. Değerli kuşlardan yavru almak, sadece zevkine varmak için değil, aynı zamanda getirisi için de önemliydi. “Hangisi değerli, hangisi değersiz?” sorusunu cevaplayamam. Aklımda kalan cinsleri sayabilirim; paçalı, aynalı, taklacı, posta, on teker, sabuni, mermeri, dönek…

Güvercin ve güvercincilikle ilgli yazılacak çok şey var ama köşemizdeyer kalmadı. Sadece şu kadarını ekleyelim; tarih boyutunda çok kısa sayılabilecek bir süre öncesine dek insanlar posta güvercinleriyle haberleşebiliyorlardı. Kurtuluş Savaşında, Toroslardaki Ulusal Güçlerimizin de posta güvercini kullandığını büyüklerimizden duymuştuk.

    Bir yanıt yazın

    E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

    Röportaj

    Sağlık

    Spor