GÜYA ‘BAYRAM’MIŞ NASIL BAYRAM BU?

Yaşımız ehl-i kâmillik sınırına gireli neçe yıllar oldu. Demek ki çocukluğumuzda çok el öpmüşüz. Elini öptüklerimiz “Sağ oool!.. Çok bayramlar göresin” derdi; bu nedenle olmalı, biz de çoook bayramlar gördük.  Bayram sözcüğü kavram olarak öncelikle neşeyi, mutluluğu, sevinci ifade eder. “Bayram yeri gibi” denildiğinde, neşeli insanlar topluluğunu anlarız. Çok mutlu olduğumuz anları da, “İçimde bayram sevinci var” diye niteleriz. Yeni giysiler, çocukluk ve delikanlılık dönemlerimiz sınırları içinde yazıyorum, “Bayramlık” tabiriyle sarmaş dolaştı.

Gelelim şimdi 10 Ocak Çalışan Gazeteciler Bayramı’na…

Yıllar var ki, 10 Ocak’ta neşelenen, sevinen, neşe içinde “kutlama” yapan gazeteciyle karşılaşmıyorum. Aksine, özellikle son on yılda, kutlamalar feryat-figan diyebileceğimiz ifadelerin baskısı altında. Yani, “Bayram” sözcüğüyle zerre kadar örtüşmüyor.

“Acaba…” diyorum; “Dünya ile kıyaslandığında tutuklu gazeteci çokluğundan mı?” yoksa, “Gelenekselleşme yolundaki yandaşçılık, yalakalık, şantajcılıktan mı?”  yoksa, “Bazı yer veya makamlara yaranabilmek için karayı ak, siyahı beyaz yazabilenlerin varlığından mı?” yoksa, “Muhabir kadrolarının neredeyse yok edilip ajans ve bülten gazeteciliğine yönelişten mi?”  yoksa, “Toplumsal çöküşten mi?” Belki bunlardan biri ya da hepsi ve daha başka olumsuz nedenler… Tirajlar yerde sürünüyor.

Torunlarım saymış; 5 kıtada 69 ülke görmüşüm. Avrupa ülkelerine, hiç gitmediysem 50 kez, İtalya’ya en az 100 kez gittim. Gençliğimi içinde geçirdiğim ve sonradan da asla kopamadığım için özellikle yerel basınla her zaman ilgilendim. 70’li ve 80’li yıllar için yazıyorum; İngiltere’de her 4 evden birinde,  Belçika’da her 5 evden birinde, Almanya’da her 8 evden birinde, Kuzey İtalya’da her 3 evden birinde yerel gazeteler vardır ve okunur. Diyebilirim ki, belli alanlarda satılan yerel gazete sayısı, yaygın olanlardan çok daha fazladır. Öyle olunca, gazeteler bağımsızdır, özgürdür ve reklam gelirine sahiptir. Gazete gibi gazete çıkarınca da okuyucu sayısı artar, birim maliyeti düşer ve reklam geliri yükselir. Bu gelişmeler en sonunda topluma yarar.

1960’lı yılların Adana’sından örnek vereyim; Vatandaş ve Yeni Adana 4000-5000, Bugün 3000- 4000, benim de görev aldığım Dirlik 3000, Türksözü de 2000 satardı. Kaba hesapla, günlük 5 gazetenin toplam satışı 15000’in  üstündeydi ve o yıllardaki Adana nüfusunun yüzde 7’si, 8’i  kadardı. Daha önceki yıllarda yaygın basın aynı gün ulaşmadığı için tiraj çok daha yüksekti. Kıraathaneler bile her gün ikişer, üçer yerel gazete alırdı.  Bugünkü nüfusla yüzde 7 hesabı yaptığımızda, olması gereken satış rakamı 170 bin çıkıyor. Halbuki günümüzde baskı ve satış sayısı bu rakamla aynı terazide tartılamayacak kadar düşük ve bu yüzden yazmaya utanıyorum.

Yaygın gazeteler de yerelden daha iyi değil. Havuz Medyası tabiri basın tarihimizin kara sayfalarında yer alacak. Milyonluk tiraj ve satış yapan gazeteler şimdi resmi ilan kapabilmek için bedava dağıtıma yönelmek zorunda kalıyor diye duyuyoruz.

Padişahlık zamanından çok çarpıcı örnekle bitireyim; ilk özel gazetemiz Tercüman-ı Ahval 1860’ta, yani bundan 160 yıl önce çıktı. İlk sayısındaki başyazıda, Şinasi şöyle diyordu: Madem ki sosyal toplumdaki insanlara bir takım yasal görevler yüklenmiştir, öyleyse bireylerin fikirlerini söz veya yzı ile belirtmeleri doğal haklarıdır. Biz eskiden “Basın hürdür, sansür edilemez” derdik, biliyor musunuz?

Bugün, 10 Ocak Basın Bayramı!.. Amma ne bayram!..  Yine de kutlu olsun!..

    Bir yanıt yazın

    E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

    Röportaj

    Sağlık

    Spor