“HÜZÜN KAYDI”(*)

Hasan Hüseyin Gündüzalp ve Bülent Gökgöl”ün 16 Şubat 2015 tarihinde geçirdikleri trafik kazası “kör keseye gitti” tabirinden denilecek bir şeydi. Birden, apansız, böyle de bir ölüm olur muydu? Oluyordu… Topalak köyü yakınlarında olan trafik kazasında şarampole yuvarlanan otomobilde sıkışıp kaldıkları söyleniyordu iki şiir sevdalısının. Otomobilde bulunanlardan Karahan Kitabevi sahibi Seyfi Karahan ile Aysel Kılınç’da yaralanmıştı. Zor, apansız, küllenmeyen bir acının izlerini taşıyan zamansız bir ölümdü. Aradan geçen bir yıl sonra ise, “Hasan Hüseyin Gündüzalp ve Bülent Gökgöl Anısına” Karahan Kitabevi’nden çıkan “Hüzün Kaydı” adlı yayınlanan kitap ise onlar adına bırakılacak güzel bir armağan olsa gerekti. Aradan bu kadar zaman geçse de acı acıdır, her küllenen acının anmalarda yatan alevleneceği bir zaman ve ortam da vardır. Her iki arkadaşımızın da yakınlarına, sevenlerine sabır dilerken, unutulmasınlar, yaptıkları güzelliklerle yaşatılsın diliyoruz…
Sanırım gitmek geldi
Şimdi kalkıp kim uzatacak kolunu
Anahtarı kayıp bir kelepçeyken kalmak,
… (H.H.Gündüzalp-Zaptedemiyorum Harabımdaki İnciri-s.235)
Bülent Gökgül’le hiç karşılaşmadım; şiir ortamında konusuna ve ismine de rastlamadım. Hasan Hüseyin Gündüzalp’ın ise adıma imzaladığı “Ki Belki” kitabı hakkındaki yazım “Yelken”de (Mersin) yayınlanmıştı. Daha sonra, belki bir 10-12 yıl önce, Çetin Yiğenoğlu’nun Kenan Evren’deki Niğde Evi’nde kalabalık bir edebiyatçı gurubuyla bir araya gelmiştik. O toplantıda bulunan H. Hüseyin Gündüzalp’ın konuya girmesiyle başlayan küçük bir edebiyat tartışmamız olmuştu. Olabilirdi de… Edebiyatın tartışmaya her zaman ihtiyacı vardı… Toplantının düzenleyicisi Çetin Yiğenoğlu ve bir-iki arkadaşın kendini uyarması üzerine de özür dilemiş, sonra da ikinci bir Niğde evi toplantısında süreri konuları konuşamamıştık.
Biliyorum çekip gidişinin anlamını
Şiiirin soyut kimliğine kimse aldanmasın
Güzeldir bir kahkaha olmadık yerde
Ve ağız dolusu dost kokulu merhaba
Zaten zamandır kabuk bağlatan
En kanamalı yaralara (D.D.Duyuler-16 Şubat Ağıtı-s.55)
Şimdi, aradan geçen yıllar sonra apansız gidişleriyle o koskoca hayatlardan geriye güzel bir anma kitabının armağan olarak yapılacak en güzel şey olarak zamana sanatça kafa tutmasının yanı sıra; tinsel bir iletişimin onlara da yansıttığı göksel bir mutlanma olsa gerek. Ne kadar dilesek de onun boyutunu bilemiyoruz tabii ki ama şiirlerdir, içtenliklerdir, sevgi ve selamdır zamanla yürüyecek olan. Gönül ister ki bu sessiz yürüyüş sonsuza kadar süregitsin. Sanatla, sessiz yürüyüşün kendilerine özgü derinliklerdeki özgünlükle kalıcı yazınsallığa erişebilmesi tabii ki de seçkiye bağlanan yolun nitelik ve gerçekliğiyle de ilgilidir. Bunca gönül sesinin içinde de mutlak ki o anımsamaları devingen ve sürekli kılacak bir yazınsal boyutu vardır diye düşünmek gerekir…
Ülkemdi
Anamdan ötesiydi
Kandan kınalıydı her karışı…
Köküme çekilirdim kurudukça…
“Havva anan daha dünkü çocuk sayılırdı”
… (H.H.Gündüzalp-Ülkemdi-s.232)
Hani derler ya:”Ateş düştüğü yeri yakar…”, ona bakmak lazım; en önemlisi o… Hasan Hüseyin Gündüzalp’ın eşi Nuray Cihan Gündüzalp ile Bülent Gökgöl’ün eşi Leyla Gökgöl hanımların duygularına “Ön Söz” de yer verilirken de derinliğin işlevi tamamlanma duygusuyla özdeşleşmiş…. “Büyük tutkularla yazmaya devam ederken gelecek kuşaklara yüzünü dönmüş eserler bırakma kaygısıyla, varoluş sancısını birleştirmiş bu iki koca adamın güzel yüreklerini anlatmaya çalışırken ne kadar başarılı olabileceğimizi düşünmedik, aslolan onlar için en derinimizden çıkıp gelenleri paylaşmaktı…” Eserleri onları fazlasıyla anlatacaktır.” (s.iii)
Karanlık kör kapımı kapasa da
Bir atımlık sevda saklı yüreğimde
Aklıma kaba saba düşler inşa edip
Gözüme sapsız samansız sözcükler sokarken
Dilimin ucunda ya’Saklı, sır hazır adı
…(Bülent Gökgöl-Senince-s.261)
Kusey Tangüler; “Bazen İki Kişiye Bir Ölüm Düşüyor” adlı yazısında:”…6 yıl yayımlanan Lül edebiyat dergisi en çok onun eseridir.” (s.101); Neslihan Dağlı, “Bülent Gökgöl’e adlı şiirinin”: ”kalbim götürmüyor artık/dünyanın düğüme ilmek/zamansız acılarını/…” dizeleriyle ifadelerini sürdürürlerken; Aziz Nesin: ”öyle bir ölsem / öyle bir ölsem çocuklar / size hiç ölüm kalmasa” (s.vii) dediği “Has-Hüs=Bülo” “Saki Sunağı” adlı ortak şiiriyle “Hüzün Kaydı”ya giriş yaparlar:,
Bilirim ateşi, hükmolmaz dumanına
Kapılır da yele, unutur közünü, külünü
Körükçüsüyüm emeğin, nefes bilmez üflediğini
Gönülde ak-dem birikir, yolda diken güllenir
… (s.v)
“Dostlardan”, “Hasan Hüseyin Gündüzalp”, “Bülent Gökgöl”, “Andaduranlarla Hasan Hüseyin Gündüzalp”, ve “Andaduranlarla Bülent Gökgöl” adlı bölümlerden oluşan “Hüzün Kaydı” (yıldız kaydı da belki) anma kitabında Ali Ozanemre:“Gezdim de Dizelerde Yazamadım ‘Ki Belki’siz’, “Kozan’ın İki Oğlu”, “Davuş’ta Ölüm”; Yelda Cumalıoğlu: “Ey Şair’ime Ey!”; “Adnan Gül: “Bir Zamanlar“; Ahmet Birsen: “Ula Ula Ula Ulaaaaaaaa! Hasan Hüseyin”; Ahmet Karagöz:(fihristte adı yok) “Emeki Barış, Demokrasi ve Özgürlükler Mücadelesine Katkılarını Esirgemeyen Hasan Hüseyin Gündüzalp Yooldaşıma”, “Ali Ekber Karakul: “Ki Belki’lenir Aşklar Gibi Bütün Kalanlar”; “Alper Yalman:”Trafikten Ölemem ki”; Onur Özgür Eser:”Kelebekler”, “Bulutlar Acıktı”; Altan Doğan:”Işıkçıl”; Ayşe Kaygusuz:”Tersakan Toros’a Geciken Mektup”; “Mehmet Demirel Babacanoğlu:”Arkadaşlarımız”; Bağlaç Dergisi: Bağlaç Dergisi Yayın Kurulu; Barış Eser:”Bacanak”; Bekir Dağsever:”Yuğ” ve “Davuş”; Birol Güler:”Koca Adamın Anısına”; Bülent Erciyas:”Adamlar”; Can Akın: “Ağabeyimiz… Bülent Gökgöl”; Çetin Yiğenoğlu: “Şakacıktan”; Didar Gökgöl:”Özledim Babam Gel Ya”; Elvan Sağbili:”Ki… Belki…”; Gıyasi Aydemir:”Kekeç Karga ile Davuş”; Hasan Hüseyin Yalvaç: “İnsan Sevdası”; Hasan şahin:”Kadim Dostum Hashüs”; Hilmi Haşal:”Adanus Yüzelerinden Hasan Hüseyin Gündüzalp”; İbrahim Alp:”Kolonya Çiçeği”; İhsan Ekiz:”Hasan Hüseyin Gündüzalp’e…”; İlhan Kemal: “Nef”; İlhan Kemal-Zeki Karaaslan:”Gitmek, Kalmaktır Belki”; İlknur Kırbaş: “Işıklar İçinde”; Özden Özütemiz:”Hasan Hüseyin Gündüzalp: Ağaç Dalıyla Gürler Ya Da Bir Uç Beyi”; Kubilay Altuntaş: İki Ceza”; Kusey Tangüler:”Bazen İki Kişiye Bir Ölüm Düşüyor”; Levent Gökgöl: Senden Öğrendim Ölümü”; Leyla Gökgöl:”Sana Bu Son Şiirim”, “Bazen”; Muhittin Çoban: “Hasan Hüseyin Gündüzalp:”Sevdası İnsan”; Ilgınsu Gündüzalp:”Babam”, “Park”; “Uğur Çelikkaya:”Ki Belki”; Şebnem Kartal: “Gece Sağır. Yasa Çalakalem Yazılır”; İhsan Ekiz: “Hasan Hüseyin Gündüzalp’e”; Musa Tolu:”Akşam Telaşı”; Mustafa Akyürek:”Ki Belki Davuş”; Mustafa Metin: “Hasan Hüseyin Gündüzalp”; Mustafa Özke:”Ki belki”; Mustafa Özke: “Çullu Şerif’in Dokuzda Yedincisi”; Mümin Eser:”Hasan’ım”; Müslüm Kabadayı: “Çukurova’dan İki Tersakan Geçti: Hasan Hüseyin Gündüzalp ve Bülent Gökgöl; Neslihan Dağlı:”Bülent Gökgöl’e”; Nazmi Bayrı: “Şairin İsyanı”; Nuray Cihan Gündüzalp: “İyi ki… Hasan Hüseyin”; Osman Yılmaz: “Adı Şiir Dizesi Gibi Olan Dost”; Özgür Çakabay: “Yağmur Adam, Dünyanın En Güzel Günü”; Özlem Eraslan: “Gaipten Sesler Korosu Ya da Yara”; Sadık Çil: “Gidenlerin Ardından:Merhaba ve Hoşça kal”; Selahattin Avcı: “Sakladığım”; Selma Gündüzalp: “Mavinin Çılgın Boncuğı”; Umay Arslan: “Söylerim Dillere Destan Adını Adını”; Zeynep Küçük: “Hasan Hüseyin Gündüzalp’e İlk ve Son Mektup…”; Zübeyde Oruç: “Yaşamıma Değen Bir Tersakan: Hasan Hüseyin Gündüzalp” gibi isimlere ait olan yazı ve şiirlerin derinlik ve seçki işlevine koşut Hasan Hüseyin Gündüzalp ve Bülent Gökgöl adına edebiyat tarihine kalanlar nedir ona da bakmak gerekir demeden önce; tıpkı, “Hasretinden Prangalar Eskittim”, “Üvercinka”, “Batı Yakasının Hikâyesi” vb. gibi albenisi bulunan kitap ve film adlarını da anımsayarak, içinde ne var ne yok demeyip, çekici yazı başlıklarına da, çok yönlü algı ve çağrışım nedenlerine girmeden, göz atmak gerekir diye düşündüğümüzde; Alper Yalman’ın:”Trafikten Ölemem ki”; Çetin Yiğenoğlu’nun: “Şakacıktan”; Demet Duyuler Doğan’ın:”16 Şubat Ağıtı”; İlhan Kemal/Zeki Karaaslan’ın:”Gitmek, Kalmaktır Belki”; Leyla Gökgöl’ün:”Sana Bu Son Şiirim”, Muhittin Çoban’ın: “Hasan Hüseyin Gündüzalp:”Sevdası İnsan”; Selma Gündüzalp’in: “Mavinin Çılgın Boncuğı” ve Zübeyde Oruç: “Yaşamıma Değen Bir Tersakan: Hasan Hüseyin Gündüzalp” olarak daha yakın durur…
Sanırım gece geldi
Haydi birlikte aklayalım onu
Sıka sıka karanlığın yakasını
…(H. H. Gündüzalp-Zaptedemiyorum Harabımdaki İnciri-s.235)
Evet, bakalım ne var “Dostlardan” Hasan Hüseyin Gündüzalp ve Bülent Gökgöl yazınsallıkları ve sanat adına… Çeşitli anılar, duygular, hüzünler sıralanırken, şiirler de anmadaki yerini bulur… Ali Ozanemre: ”Hasan Hüseyin’e hem de Bülent’e” gönderme yaptığı “Kozan’ın İki oğlu” adlı şiirinde “Yiğit ölür sayfalarda sesi kalır susuz uykusuz / Çoğu tutmuş deniyor diktiğimiz cevizler / Özlemi ağlarmış kardeş ellere / Aşk dediğin ne ki ölümden beri Bülent…” (s.6) diye sorarken; “Ey Şair’ime Ey!” adlı yazısında Yelda Cumalıoğlu: ”Bakir bir ruh, tüm şehveti ve isyanıyla şiir ve aşkı tanımsız da seviştirebilirmiş. Kör topal kalabalıklarda hüznünü dağlardan, evi bildiği Toroslar’dan besleyip, ay dolanırken ayaklarına, ayrılığın yaralı memelerine emip, çocukları yalancı kılanın sahte memeler olduğu gerçeğine ulaşabilirmiş!” (s.14) der. “Ali Ekber Karakul: “Ki Belki’lenir Aşklar Gibi Bütün Kalanlar”; adlı yazısının sonunda konu başlıklarıyla verdiği şiirle ilgili birkaç yazısından biri olan “Yağmur”da, Hasan Hüseyin Gündüzalp’i “Yağmurun Şairi“ olarak tanımlarken; “Şiir adlı denemesinde ise “…şiiri bir form sanatı olarak görmez ve biçime karşı çıkar. Şiirlerinde güçlü bir müzikalite akıcılığı sağlarken ‘bütün güzellikler uyaklar uğruna kaybedilmiştir…’ diyerek şiiri baskı altına alan her şeye karşı çıkar.” (s.29) demektedir demesine ve de o onun özgürlüğüdür, doğaldır; basit ve zorlamalardan oluşan uyak olayının dışında düşünüldüğünde çelişki doğuran şey akıcılığı sağlayan ve çağdaş örneklerinde de görüleceği üzere şiirin özümsediği o güçlü müzikalitenin biçimle örtüştüğü noktanın reddedilmesidir. Aynı zamanda, “Ki Belki” ölçekli düşündüğümüzde Hasan Hüseyin Gündüzalp şiirinin anlamsız olduğu söylenemez. Yakın zamanda bunca deprem felaketini yaşadığımızdan sonra ise Ali Ekber Karakul’un, “Şair” adlı ”Vay hattı kırıldı” (s.33) tümcesi ise ister istemez “Fay hattı kırıldı” şeklinde zamane dönüşümünü çağrışımla tamamlamaktadır.
*BÜLENT GÖKGÖL ŞİİRİ
Cem Karaca’nın şarkısından yansımalar yaparak Gündüzalp ve Gökgöl’ün ölümlerine göndermeler yapan “Alper Yalman: ”Trafikten Ölemem ki” derken tümelden tekile gelen bir yaklaşımla trafik terörünü gündeme getirip; Onur Özgür Eser: ”Kelebekler” adlı şiirinde: “Mevsimsiz rüzgârlarda/Bir kuşun ağzında aşkın yükü,/Gökyüzünde filizliyor/Şairin tohumunu” (s.39) derken; Hasan Hüseyin ninnisi söyleyen(!) Altan Doğan: ”…/anılar ve şiirler niçin uyumaz” sorusuyla sonlandırdığı ”Işıkçıl” şiirinde “ekim’e de konar kuşlar / ağızlarında çok yaz / gündüzalp’le uyusunlar /yerde gökte ışıkçıl/…” (s.41) diye değinirken; Demet Duyuler Doğan: “Bize kalan / ömürden uzundu / ’Ki belki’ / bir aşkı avutmaktı & gezindiğin bütün ovalarda baharını ağlayan” şeklindeki dizelerle ”16 Şubat Ağıtı”ndaki (s.55) dramsallığıyla şiir ve yaşamın tellerinde dolaşarak, okurken düşündüren söylemiyle Hasan Hüseyin Yalvaç da “İnsan Sevdası” adlı şiirinin iki bölümüyle uzaklardan katılır.
Bir komik sesidir etiyle dolaşan
Yaşamımızın sıradanlığında
Kimi susup kabullendiğimiz
Kimi isyanımızın beyaz bayrağı
Unutup unutup kendimizi vurduğumuz
Hilmi Haşal, birkaç kitabı hakkında “Damar”da yazdığım bir yazar arkadaşımız… Burda yazıya dökülen bir şey yok da, yalnız şu dikkatimi çekti… Dört yıl kadar Adana’da kalan Haşal:”…ikliminden midir, sınırsız incinmişliğinden mi, neden bilinmez, Adana ve Çukurova sanatçısı, özellikle de şairi/yazarı geçimsizdi. Ha bire birbiriyle (o arada kendisiyle de elbette elbette…) didişmekte, ha bire ateşten, terden, nemden ve gamdan beslenmekteydiler…” (s.67) İnsanı geçimli terbiyesine sokmaya yönelik boş şeyler bunlar…
Bu toprakların toprakların gizemini çözememişe benziyor Hilmi Haşal… Sonra, Adana şair/yazarının beslendiği kaynakları horlayan tavırlar takınılması ne kadar insancıl, ne kadar gerçekçi, ne kadar doğru ve derinliği olmayan şeyler, bunların düşünülmesi gerekir… Ona göre tezat olan şeyler Çukurova toprağında büyük sanatçıları doğuran etkenlerdendir… Etik ve yeteneksel bir duruşun vazgeçilmezliğinden yola çıktığı toprak, uygarlık, göç ve yazınsallık insancıl/toplumcu bir gözlemle irdelendiğinde, Adana ve Çukurova toprağında dönen gerçek yaşamdaki o göz ardı edilen “ateş, ter, nem ve gam” bereketli toprakların, sarı sıcakların emek ve terle yoğrulan sırrından yola çıkan Dadaloğluların, Orhan Kemaller’in, Yaşar Kemaller’in, Yılmaz Güneyler’in, Demirtaş Ceyhunlar’ın, Muzaffer İzgüler’in ve daha edebiyat, sinema ve müzik adına örnek verilebilecek onlarcasının beslendiği bir yöresel ve tarihsel alandır. Çukurova’nın/Adana’nın demografik, tarihsel, sosyo/ekonomik ve sosyo/kültürel yapısallığının şekillendirdiği bu emek, keder, yaşam, insancıl gibi toplumcu ve çoğulcu etkenlerden kaynaklanan insancıl duruşun merkezde olduğu böylesine bir yaşam boş laflar yerine ancak saygıyla. anılabilir. Sanat olsun, yaşam olsun, etik olsun, asıl öz nedeni görüp, algılamaktan uzak ya da basit, sığ ve yüzeysel örnekler üzerinden varılan göremeyiş/kavrayamayış da yazıların boşa düşürdüğü bir tavır olsa gerek… Birkaç olumsuz örnekler üzerinden gidip, Adana yazarı üzerinden memleketçilik yaparak ortaya konan bir bakış açısıyla genel bir olumsuzluk hava yaymaya çalışılması elbetteki doğru bir şey değildir… Antalya yazarı…, Samsun yazarı…, Bursa yazarı…, Ankara yazarı böyle dersek bu çok yanlış ve gerçeklikten uzak bir şey olur. İnsanın toplumdan soyutlanmadığı bir yaşamda haklı olunabilecek bazı örneklere her yerde rastlanabiliyor… Ayrıca, genel olarak az da olsa kişiye göre etik olumsuzluğun yanı sıra okuyandan çok yazan olduğu günümüzde varılan niteliksizliğin ortaya koyduğu eksi sonuçtan da söz edilmeye değer. Yetenek, etik nedenli etkenleri görmeden, iz sürmeden, böylesine yanlış bir kavrayışın sonucu olarak genel ve ortaya konuşmak da sonuçta insanı dedikodu kaynaklı boş şeylerle uğraştırmaktan başka bir şey yaramaz.
Bende kalmamalısın, kalamazsın
Aralayıp, anlatmadan gizemlerini
Çığlık çığlığa hayal kırıklıklarını
Aşka dâhil fısıltılarla paylaşmadan
Düşlerde vura vurula sırtından
Sözcüklerin şarkısını öğrenmeden
Ölü harfleri doğurmadan bir solukta
Umutsuz nice anlarla güçlenmeden
Bende kalamazsın kalmamalısın. (Buzdağı-242)
Geçimsiz olmamak için sanatın da önemli bir gereksinim duyduğu insancıl/sanatsal ilkelerle, olgulara karşı da duyarsız olmak gerekir. Üstelik bazı olgular var ki, büyük sanatçıların farklılıkları ve sanata koşut giden aykırılıklar olarak da edebiyat tarihindeki yerini buluyor… Belki, sanatsal tarzıyla da bereketli toprağın sanatsal yaratımını algılamaktan uzak olabilecek bir insan olabileceği hükmünün yanı sıra; Adana toprağını bilmeyen Hilmi Haşal’ın vardırdığı şair/yazar tiplemesi bu. Bir de yakışmayan şey, toplu bir suçlama ve yargıda bulunmasıdır. Bu da geneli olumsuzlaştıran bir sonuçtur… Madem öyle; üstükapalı genel bir suçlamayla “geçimsizdir de bırakmayıp, söz hakkı veren bireysel işaretler yapabilmeliydi Hilmi Haşal.
Akşamın hüznünde tamamlanmak için masal
Yarım bırakılır aşk, yarına ertelenir düş
Üşümüş o saatlerde olgun başakça
Boyun eğilir orağa, havada hüzün kokar,
Karanlığa ayrılık siner, korkarsın yalnızlıktan,
Bari kalbin kırlmasa, dinmese gözünde rüzgâr (Yarım Aşk-s.245)
“Kolonya Çiçeği” adlı yazısında İbrahim Alp; Hüseyin sana söyleyemedim. Yuğ; şiir tanrısıyla hesaplaşmalıydı biraz. Ya sen Bülent, çocukların aşktan alacakları bir öç vasiyetiydin. Şimdi şiirin tanrıları ve çocukları sizi soruyor.” (s.72) demektedir. İhsan Ekiz, “Hasan Hüseyin Gündüzalp’e…” adlı şiirinde halk/sokak dili diyeceğimiz bir çizgide sürdürüyor duygularını…
Hatırında mı lo…
sarhoş naraları inletirken göğü
şemsiye altına gömülenler
hapsolurdu damla düşmez çöllerine…
içimize işlesin diye kuşanıp inceleri
sağanakta sırılsıklam adımladık sıklığı
çığlık olup döküldü gözümüzden
karıştırmadık yağmur damlasını
sebebi oldu kamburumuzun
yağmurla seyreltmedik
kamburla semerlendik… (s.72-73)
İlhan Kemal’ın, “Nef” adlı şiiri… Sözlükte nef adlı sözcüğe bakıyoruz:”Nef kelimesi; menfaat, çıkar, fayda ve kar (sanırım kâr) anlamlarında kullanılmakta olan … Osmanlıca bir kelime) Ses dizgesindeki yerini bulan sözcüklerden oluşan örtüşmelerin yol arkadaşlarından biri de anlam kırılmaları olsa gerek.
Şimdi kalksan başka bir şehre gitsen, günlere küssen
Gitmek ayaklarını unutur burada, bu ay şavkı altında
Atlıları iner acılar ordusunun şu mesut caddeye
Dalını düşer çiçek varlığın yamaçlarında, ne kötü
Hengamepanayırına döner dünü kokladığın park (s.76)
“…Yol boylarında güne kahırlı bakan evlerin gözlerindeki kenar mahalle dalgınlığı gök aynasını kanattığı… anılar aynasından görülür…”; “…kim bilir kaç şair büyütmüştür bu gök kubbe altındaki kırık arasta!; “beyaz altın yağmuruna tutlan toprak ana…” derken; “İlhan Kemal ve Zeki Karaaslan, uyumlu ikiliklerini yazıya taşıdıkları konunun başlığı “Gitmek, Kalmaktır Belki”; yarımca da olsa kitap adı ile bu gibi durumlarda nitelikli yazınsallıkların kalıcılığı olmak üzere kısa bir başlıkta çift çağrışım yapan güzel bir yazı başlığı olduğu kadar doğumla ölümün aykırılıklarını bir doğa noktasında buluşturan bir zamanlama olduğu söylenebilir….”…Feke’den geçen Göksu ırmağına baktığınızda Torosların ters aktığını görürsünüz. Ama içinde bir dergi saklandığını da görebilir misiniz: Tersakan Edebiyat!” (s.78) diyorlar.
Kim demiş çok şey istiyorum!
Yorgunluğumun üstünü örtecek
Kansız kelimeler arıyorum
Upuzun izah edecek açlığı
Çıkıp gelmezse yoldaşlar kapıdan
Duvarlarda ölecek kelebekler
…(B. Gökgöl-s.265)
“Tersakan Edebiyat”ın o gün kurlmasına karar verilirken, Bülent Gökgöl’ün, H.Hüseyin Gündüzalp bile aramızdan ayrılmasından altı gün sonra bir vasiyet gibi şiir kitabı yayınlanan “Davuş/Aşk’tan Çocuklar Alsın Öcümü” (s.79) adlı şiir kitabı ile birlikte oluşan uygun gördüğü ve imgeselleştirdiği sözcüklere esir olan soru işaretlerine de geçit vermeyen kehanetlerde son kez dolaştırıyor dizelerini:”… önce sorular örtüyor/kara çarşafıyla anıları/sarhoş maniler okuyorum ardından/ölenlerin yası/son bahara ve bize…”(s.81)
Yaşadım kelimelerle tek nefeste yanıp aşk ile kül olmayı
Neden hiçkimseye yüreğiyle sevişmeyi öğretemiyorum ki’!
Aşdım dağları susuz yönsüz çöllerde aşk ile gül kokmayı
Neden öğrenmiyor kimseler şimdi var yok az sonrası ki?!
Anladım ayrılık hem hain hem yüreğe düşman hasret ile (B. Gökgöl-s.264)
Hani kehanet diyorsunuz ya, öyle bir şey daha. “Işıklar İçinde” adlı yazısında İlknur Kırbaş yakın zamanda yaşadığı bir olaya değinmekte: Bülent Bey çaprazımda oturuyordu. Sessizlik hâkimdi. Sol yanımda beliren beyaz bir ışık huzmesi içerisinde buluverdim kendimi. Şaşkınlıkla Bülent Bey2e döndüm, o zaten başı öne eğik, gözlerini dikmiş bana bakıyordu. Bakışlarından ne yaşadığımı gayet iyi bildiğini anladım. An’da duruyorduk. O, ışıklar içinde tertemiz yüreğini bana açmıştı. Bunlar yaşanırken bana dik dik bakmaya devam etti.. Aklımdan şu cümle geçti, “inşallah sen de daha önce kaybettiğim adaşın gibi ölmezsin.” (s.88)
Yazısındaki üst alıntıda “yarı aydın edebiyatçı”ları eleştiren Rıfat Ilgaz’a katılan “Özden Özütemiz, “Hasan Hüseyin Gündüzalp: Ağaç Dalıyla Gürler ya da Bir Uçbeyi” adlı yazısında Mahmut Makal, Vedat Günyol, Sabahattin Eyuboğlu, Melih Cevdet Aydın, Yaşar Kemal ve Şükran Kurdakul, Nazım Hikmet, Sait Faik ve Orhan Veli gibi şair ve yazarların yaşadıkları haksızlıkları, kovuşturmaya uğramalarını eleştirip; “Ayşe Kulin gibi bir burjuva yazarı, nasıl olur da ömrünü emekçilerden yana yazmakla geçirmiş, emekçi yazaarımız Orhan Kemal adına yapılan bir festivalde başkonuşmacı olur?..//…çağırmakla kalmayıp /Hayat, Edebiyat ve Orhan Kemal” (s.90-91-92-96) başlıklı açış konuşması nasıl yaptırılır; “…Dünya Kitap dergisi Doğan Hızlan, Selim ileri, Yekta Kopan’ın da içinde olduğu bir jüriye (Sennur) Sezer için Saygı Ödülü (nasıl) verdiriyor?” sorularına yanıt ararken de eleştirel bakışını sürdürüyor: “Edebiyat dünyamız nasıl oldu da Nazım Hikmetlerden, Rıfat Ilgazlardan, Dinamolardan, Enver Gökçelerden, Orhan Kemallerden… Ayşe Kulinlere, Selim İlerilere geldi? Bu önlenemez miydi?” (s.92) Tümcelerini “İnsancıl”a bağlayarak; “İnsancıl dergisi, edebiyattaki burjuva kuşatmasını kırmak için 1990 Kasım ayında çıkmaya başladı. Cengiz Gündoğdu’nun Sanatta Star Sistemi kavramını merkeze alarak burjuva edebiyatına savaş açtı…” diyen Özden Özütemiz; verilen “yeni insan” yaratma mücadelesinde yerel savaşımı çok önemseyerek; Ankara, İzmir, Çanakkale, Antakya, Adana ve Konya gibi kentlerdeki sanat savaşımında Hasan Hüseyin Gündüzalp’in, Muhittin Çoban ile birlikte “İnsancıl” Adana temsilciliği görevini üstlenip çeşitli etkinlikler de yapmakla birlikte, “Karya” yapısı kurup; “İnsancıl” Antakya Temsilcili ile birlikte dört sayı “İnsancıl” Güney Bülteni çıkardıkların söz eder.
“Bazen” adlı şiirinde “…/Kendimi öldürmüş/Hasretini öldürememişim” (s.107) diyen Bülent Gökgöl’ün eşi Leyla Gökgöl, “Sana Bu Son Şiirim” adlı şiirinde:”El emeği göz nuru hayatta/Göç görmüş…/Yetim kalmışsa çocukların, şiirlerin/Susmuşsam… vur sazının telerine(Hepsinden az biraz/Yorgun… halsiz… tatsız/çayın bile demi yok sensiz/Hem ağzımın da tadı yok/Ne zamandır simit bile yemedim/Küfür etmedim/Santim santim çürürken bedenin/Kaç yangınlardan geçtim… oy/Toprağını yerinden oynattığını bilirim.” (s.105)
Kendini ölüme yakın bulduğundan, “Ölürsem benim için birkaç dize yazar mısın? Birkaç satırla da olsa anlatır mısın beni?” (s.108) diyen Muhittin Çoban, sonunda kendisi onun hakkında yazmak ve onu anlatmak zorunda kalmış: “Hasan Hüseyin Gündüzalp: Sevdası İnsan” adlı yazısında, Hasan Hüseyin Gündüzalp’in, İnsancıl dergisini arayarak, Cengiz Gündoğdu’dan temsilcilik istediğini, daha sonra da “Gün geldi, dayandı kapımıza…” deyip, Adana İnsancıl ailesi olarak Bahattin Avcu, Tezal Menziletoğlu, Adem Tenekeci, Doğan Tayfur, Serkan Yıldız, Ali Bozdağ ve Nilüfer Tayfur olarak yola çıktıklarından, Tını dergisinde tanışmalarından söz edip “Karınca” ve “Söylem” dergilerine uzanır.
Dağlar başı uçurum, kar
Herkes biraz da kendine yar
Gözüm gözü rüzgârlı har
Herkes biraz da kendine var. (H.H.Gündüzalp-Her İçmenin Bahanesi-s.216)
Mustafa Metin, “Hasan Hüseyin Gündüzalp” (s.129) adlı şiirini akrostiş olarak yazarken; “sana dönerdik yüzümüzü/yoksun ya/şimdi hangi su söndürür/yürekteki közümüzü” diyerek sürdürdüğü “ki belki” adlı şiirine şöyle bir giriş yapar Mustafa Özke:”gürleşenlim/dul avratlar köyünden geçtik/bir nefes durduk da/bir çay içemedik/şimdi…/de get aln’ desem yoksun!” (s.130-131) Özke, “Çullu Şerif’in Dokuzda Yedincisi” adlı yazısında:”Ayakları yere sağlam basmasına karşın, yer yer düşsel anlatımlarla ve yöre dilini kullanarak Anadolu’ya yolculuk yapılır…” (s.133) şeklinde düşüncelerini sıralar.
ya cam cama vuracağız
ya can cana duracağız…
cam cama can cana
can cana cam cama… (H.Hüseyin Gündüzalp-Her İçmenin Bahanesi-s.216)
Müslüm Kabadayı, her iki yazın kaybının kitap kaynaklı şiirlerini incelediği “Çukurovadan İki Tersakan Geçti: Hasan Hüseyin Gündüzalp ve Bülent Gökgöl” adlı yazısında:”…Onlar; Toroslar’ın ‘tersakan sanatını’, Çukurova2nın kentleştikçe kirlenen doğasıyla insanının çelişki ve çatışmalarını dert edinmiş çağdaş şamanlardı” (s.137) derken; “İnsnacıl” dergisi emekçilerinin kültür-edebiyat-sanat alanındaki kooperatifleşmelerinin KARYA’ya dönüşümünden ve bu koşutta Adana ile Antakya Temsilciliklerinin özverili çalışmalarından söz edip; “…1996’da Hasan Hüseyin Gündüzalp’in tartışmaya açtığı tüm kentlerde ‘Kültür-Sanat Meclisleri’ oluşturma politikası, ne yazık ki 1997’de İnsancıl yönetimince gündeme alınmamış ve temsilciliklerin kapatılmasıyla sonuçlanmıştır.” (s.142) demektedir.
“İyi ki geç kaldım…/-İyi ki geç kaldın…/İki geç kalmış/-geç kalmaz birbirine…/…” dizeleriyle giriş yaptığı şiirini; “…/Geç kalmışlığımla geldim…/-geldin gerç kalmışlığınla…/…/Ne güzel yakışıyor hüznün hüznüme…/-yüzün yüzüme” dizeleriyle sürdürürdüğü “İyi ki… Hasan Hüseyin” adlı yazısında, onunla olan birlikteliğinin ilk izlerinden yürüttüğü anılarından yansıttığı izlerden algılanan şiir ve acılı hüzünlerden Hasan Hüseyin’li hüzünler ören eşi Nuray Cihan Gündüzalp; Hasan Hüseyin’in âşık annesinin (Âşık Fadime) “…tablete benzer düz bir taş üzerine kazıtarak yazdırdığı…” dörtlüğe de yer vermektedir:
rüzgârları estiriyom
eşi dostu küstüriyom
tez gel sarı hasanım
çınarları kestiriyom
Hasan Hüseyin-Nuray Cihan Gündüzalp çiftinin Çukurova Edebiyatçılar Derneği’nin kuruluşunda da çabalarından söt etmekle birlikte, yukarıda sözünü ettiğim Âşık Fadime kesinliğini de vurgulamak gerekir… Birkaç yıl önce bir halk şiiri araştırması için Hasan Hüseyin’in annesi Âşık Fadime Hanım’ın uzun bir şiiriyle özgeçmişi elime geçmişti… Tesadüfen tanıştığım öğretmen Selma Gündüzalp hanımefendi bu konuda yardımcı olmuş ama şiirlerin devamına ulaşamamıştım. Dikkat çeken diğer bir konu ise Selma Gündüzalp’in de güzel şiirler yazmasıydı. Üç-dört kardeşin öğretmen olduğu ailede eğitim ve edebiyat tutkusu dikkat çekiciydi… Hasan Hüseyin’in de bu konuda eklemeleri var:
-Neredeyse hepimiz horantacak doyası yaladık mürekkebi. En büyük ablamız hariç; fakirler kızlarını okutmazmış o zamanlar.” (Ana Ben Ozan Oldum-s.180)
Anası kendine:”Bu kadar kitap varken sen ne yazıyon oğlum” (s.205) derken de “En büyük abisi, anasına şiir okuyor:
ana ben ozan oldum
okuyup yazan oldum,
teneke bile değilken
aş bişen kazan oldum. (Ana Ben Ozan Oldum-s.179)
İşte o; “Mavinin Çılgın Çocuğu”yla Selma Gündüzalp… Onun da söyleyeceği şeyler var…”Kavgalarımız masal, sohbetlerimiz öykü, isyanlarımız şiir tadıyla, kalemlerimiz kâğıtlarımıza takılan oltalar gibi titredi, titriyor…” diyen abla Selma Gündüzalp; “…Yazmayacaktım, Yazmak ihanet mi olurdu, yoksa yazmamak korkaklık mı bilemedim. Derelerin, çayların, ırmakların çağıltısında, göllerin, denizlerin uğultusundaki hasretimin musikisi inliyor…” derken; Gaziantep’in Kurtuluş öyküsü olan “Bir Bayrak Dalgalanıyor” adlı, Ali Efe ismiyle erkek rolü aldığı okul piyesinde, rol gereği Fransız askerleri tarafından vurulup, üstüne Türk bayrağı örtüldüğü sahnede, kardeşi Hasan Hüseyin’in sahneye fırlayarak: ”O benim Selom, o benim ablam, ölemez, öldüremezsiniz” diyerek sahneye fırlaması sonucunda, hem erkek rolü alan Selma Gündüzalp’ın kimliği ortaya çıkmış, hem de bir yandan oyun saf ve farklı bir güzelliğe kavuştuğu bir anı yaşanmıştı.
*”HASAN HÜSEYİN GÜNDÜZALP”-“BÜLENT GÖKGÖL”
Hasan Hüseyin Gündüzalp’51in, adını taşıyan bu bölümde ise “Alıp başımı gövdemden”, “Haziranın Zor Ölümleri Devrederken Nöbetini Temmuza…”, “Cec ettim Hasretini”, “De Get Lan”, “Demem Adını Adını”, “Su Diye Diye”, “Güzobası”, “Her İçmenin Bahanesi”, “Canım Benim”, “Öte Git İstanbul Öte”, “Seveni Sevmek”, “Son”, “Ülkemdi, “Zaptedemiyorum Harabımdaki İnciri” adlı şiirleriyle; “Ana Ben Ozan Oldum”, “Aşkşinas Çocuklar”, “Çiçek Gazelleri”, “Dergicilik Giriş Yazısı/Toz Olmak”, “Tersakan Toroslardık”, “Güle Güle Tersakantoros”, “Çerçeve”, “Savunma”, “Son” ve “Şiir/Eleştiri” adlı yazıları yer almaktadır.
Haberin var mı kentli yârim
bir dağ tepesinde temmuzda
harman yeri yüreğimde
başak başak umutlarla
döven sürdüm ağır ağır (H.H.Gündüzalp-Cec Ettim Hasretini-194)
“Bülent Gökgöl” adlı bölümde, Gökgöl’ün; “Buzdağı”, “Utansın”, “Yarım Aşk”, Şaman-2”, “Berduş”, “Has hüs’e”, “Ateş Ustası”, “Sarhoş Şiir”, “Öl’düğüm”, “Senince” adlı şiirleri ile “Davuş”, “Çocuklar Alsın Aşktan Öcümü” adlı yazıları yer alırken; kitabın son bölümleri olan ”Andaduranlarla Hasan Hüseyin Gündüzlp” (s.269-300) ve “Andaduranlarla Bülent Gökgöl” adlı bölümlerde ise her ikisinin fotoğrafları yer almakta. (S.301-316)
Bende kalmamalısın, kalamazsın
Heceleri dağıtmadan genzinde
Dağları sığdırmadan uçurumuna
Yollarla kıpır kıpır aldatmadan aşkı
İzler bırakmadan yarına, yârine
Diriltmeden öldüren öyküleri
Masalları öldürmeden s’özünde
Bende kalamazsın kalmamalısın. (B.Gökgöl-Buzdağı-243)
“…/yanmış ormandı gözlerin/karardıkça içime devrilirdim…”(s.232) gibi soyut imgelerle kurduğu dizelerle tinselliğinden de yansımalar yaparak Âşık Veysel’e de belki göndermeler yaptığı:“…/Dost dost diye nicesine sarıldın,/…” (s.198) diyerek şiirinin temelinde var olan ; halk şiirinin yollarına düşer H.Hüseyin Gündüzalp…
karacaoğlan der hemene
yolum düşmez o yemene
hem yananım hem sönenim
derdi hasanın kimene (Demem Adını Adını-s.200)
***
Öte git İstanbul öte
Parlağına kanmam
Bu yakanı da çek al yakamdan…
Zola… Zola…
çağır şu Makuette kızını da
açsın poposunu şu soytarıya (H.H.Gündüzalp-Öte Git İstanbul Öte-s.223)
*(Sadık Çil / Anma / Karahan Kitabevi / Ocak 2016 / 316 sayfa)