İDRARLI ŞUBAT

Sözün aslı İdrarlı Şubat değil, af buyurun, “Sidikli Şubat” olarak bilinirdi. Neden idrar için af dilenmez de, sidik için “Af edersiniz” deme gereksinimi duyulur, ben bir türlü anlayamıyorum. İdrar deyince tertemiz de, sidik deyince iğrenç mi oluyor yani. Bence her ikisi de tıpa tıp aynı kimyasal ve fiziksel nitelikleri taşıyor.
Çok örnek vermek istemiyorum da, şunu yazmadan geçemem; var ya, “Kustum” deyip sıyrılmak yerine “Af edersiniz, yüzünüze güller suyu, çıkardım” diye uzatmak neye yarar getiriyor, bilenler varsa, ne olur, bana da söylesin.
Her ne ise, büyüklerimiz gayet net biçimde Şubat’ı “Sidikli Şubat” olarak ifade ederdi. Nedeni anlaşılmıştır değil mi? Dur durak bilmeden günlerce yağışlı olmasından dolayı pek tabii. Son yıllarda bu niteliğini yitirmiş gibi. Eskiden, gerçekten gecesi gündüzü yok, yağıp dururdu. Ne zamana kadar, üç aşağı beş yukarı değil de, bir aşağı iki yukarı, 15’ine kadar devam ederdi yağışları. 1926’dan bu yana saptanmış değerler ortalamasına göre, bu yarım aylık süre içinde Adana’ya gökten 89 kilo 600 gram su ikramı var. Yağışlı süre ise, yine ortalama, 10 gün 21 saat 36 dakika çıkıyor. Eminim, bundan 40-50 yıl geriye giderek hesaplayacak olursak her iki değer de hatırı sayılır derecede artardı. İlkokul ve ortaokul kitaplarımızda Adana’nın yıllık yağış toplamını 710 kilo olarak okumuştuk. Şimdilerde, 620 dolaylarında… Korkarım, önümüzdeki yıllarda daha da düşecek.
Annem, rahmetli, yağmur suyuna özellikle önem verirdi. 200 litrelik fıçımız, sofamızı örten eğimli çinko önündeki oluk sayesinde doldukça, avlunun bir yanında dizili tenekelere taşır, fıçının da elden geldiğince dolu kalmasına özen gösterirdi. Sonradan öğrendiklerimle hak verdim, kirli çamaşırlar yağmur suyu ile daha çabuk ve daha iyi temizlenirmiş. Özellikle kaynatmaya atılan beyazlar, daha bir beyaz olurmuş.
Adana’nın baharı 15 Şubattan itibaren kapıya dayanır. Bir gün uyanıp da etrafımıza baktığımızda, ana!.. dün bom boz olan toprak bugün yeşillenmiş. İki gün sonra minik sarılar, üç gün sonra yine minik beyaz papatya türü gülümseyiverir. Tarlalardaki ekin bir karışı bulmuştur bu arada. Ayın ikinci yarısında, bazı günler yazı aratmaz. 25 dereceyi aşar. Zaten 18 Şubat 2016’da 28.5 derece olduğunda hepimiz “Offf, bu ne sıcak, sanki temmuz mübarek” ya da buna benzer bir şeyler söylemiştik. Diyeceksiniz ki, “Sıcağını öğrendik, ya soğuğu nasıl?” Söyleyelim; 9 Şubat 1949’da EKSİ 6,6 olarak rekor göstermiş 1926’dan bu yana yapılan ölçümlerde.
HEM SİDİKLİ, HEM BODUR
Bilirsiniz; yılın 4 ayı 30 gün, 7 ayı 31gün çekerken, gariban Şubat, artık altına işediğinden midir, yoksa talihsizliğinden midir bilinmez, 4 yıl 29 gün, bir yıl da 28 gün olarak varlığını sürdürebilir. Kader işte, bodurluk başka bir aya da denk gelebilirdi ama, olmamış, gelip Şubatı bulmuş.
İsterseniz hazin hikâyesini anlatalım…
Halen kullanmakta olduğumuz takvim Roma İmparatoru Julius Caesar‘ın, Mısırlı astronomi bilgini Sosigenes‘e yaptırdığı “Julyen” takvimidir Buna göre, bir yıl 365 gün 6 saattir. Artan saatler her 4 yılda, 24 saat, yani bir gün eder ve yıla eklenir. Böylece yıl, 4 yılda bir 366 gün olur. Gel gelelim 366’yı 12’ye tam olarak bölemeyiz. Sosigenes bu nedenle bazı ayları 30, bazı ayları da 31 gün olarak alır. Bakar ki yıl 366 oldu; “Zaten son aydır” diyerek bir günü çekip alır ve zavallı 29-30 gün oluverir. Yılbaşı da Mart olarak alınmıştır ve tabii Şubat son ay olur. Temmuz sözcüğü, batı dünyasında, takvimi yaptıran Jul Sezar’ın adından kaynaklanır ve 31 gündür. Sezar’dan bir süre sonra Roma İmparatoru olan Augustus da, “Benim başım kel mi l, Ağustos ayı bundan kelli 30 değil, 31 gündür” deyince, millet ne yapsın, zaten cüce kabul edip Şubattan bir gün daha koparırlar. Böylece 30-29 gün döngüsü yaşayan Şubat 29-28 gün oluverir. Ne yaparsınız, kader işte!..