İKİ “YÜZÜNCÜ YIL” AYIBI BİZE BİR YÜZ YIL YETER!

Biz yönetimlerde ve daha çok da yöneticilerde kusurları, ihmalleri hatta ayıpları kanıksamış millet olup çıktık. Eskileri görmüş, bilmiş, yaşamış kuşağın çocuğu olduğumuz için midir, nedir; artık ulusal duygulardaki aşırı zayıflığı, geçmişimize saygısızlığı taşıyamıyoruz. Şimdilerde, ikinci bir “Yüz Yıl” ayıbının ıstırabı altındayız. İlkinin acısı tüm şiddetiyle içimizi kavururken, yenisiyle bir de ciğerimiz kavruluyor.
İLK AYIBIMIZ
Bir önceki yılın ilk çeyreğinde BÖLGE Gazetesi olarak Adana Sevdalısı hemşerilerimizle birlikte ekip kurduk. Adana’nın Kurtuluşu 100’üncü yılını dolduracaktı. Kendi aramızda, “Saygın yüksek yöneticilerimiz çok meşguldür, her şeye yetişemezler, bizler de en azından koordinasyona yardım edelim. Kentimiz ve hatta ülkemiz adına bu son derece önemli güne lâyık olduğu değerin verilmesi için bizler de elimizi taşın altına koyalım” diye karar aldık.
İkinci toplantımızdan sonra kentin en yüksek yöneticilerini birer birer ziyaret edip niyetimizi anlattık. Aman bir ilgi gördük, bir teşekkürler aldık ki, sormayın. Her biri “Zaten böyle bir şeyler düşünüyorduk” diyerek heyecanımıza heyecan kattı. En büyük sevincimiz de, Kurtuluşu simgeleyecek büyük bir anıtın kentte prestijli bir noktaya dikilmesiydi. Bu görevi Sayın Zeydan karalar üstlendi. Bir de kurtuluşu anlatan kitap fikri oluşmuştu.
Anıt için, Genel Sekreter Yardımcısı Sayın Türkân Eşli Başkanlığında kurulan ekipte bana da yer verilmişti. Birkaç toplantıdan sonra ümidim kırıldı. Çünkü bu konuda en çok konuşması gereken hocalar, ortalama halka hitap edecek eser yerine modern sanat denilen tarzı öne aldılar. Hatta biri, “Kurtuluşu simgelemek şart mı. Heykel yaptıralım” diyebildi. Gelen önerilerin hiç biri aradığımız hedefe yanaşmıyan ultramodern şekillerdi. Güzel yapıtlardı ama ne halka hitap edebilirdi, ne de simgesellik yansıtabilirdi. Benim, “Bari neo-klasik olsun; halkımıza bir şeyler anlatsın” önerimi, haddini bilmez bir hoca “Şaka gibi” diyerek karşıladı. Uzatmayayım, o son derece önemli proje kadük olup yitirildi.
İKİNCİ AYIP
29 Ekim’e sadece iki hafta kaldı. Ben bu yılın ilk haftasından itibaren, yani dokuz buçuk ay öncesinden bu yana hem vilâyetten, hem de belediyelerimizden çok şey bekliyordum. Hiç olmazsa bayraklarla donatılmalıydı kentimiz. Taklar kurulmalıydı. Başarısını kanıtlamış bandomuz yer yer konserler vermeliydi. Yüzüncü Yıl şerefine yüz tane bilmem neler yapılmalıydı. Broşürlerle, Cumhuriyet’in hangi aşamalardan sonra Aziz Atatürk’ün sarsılmaz iradesi ve öngörüleriyle kurulduğunu, çağdışı yapının sosyal yaşamımıza çağdaşlığı nasıl getirdiği anlatılmalıydı.
İlk ve ortaöğretim okul öğrencileri arasında kompozisyon ve şiir yarışmaları yapılmalı, giderek zayıflayan Cumhuriyet kavramı Yüzüncü Yılında canlandırılmalı, genç kuşaklara aktarılmalıydı. Kayda değer hiçbir şey görmedik. Bundan sonra yapılacaklar yine sıradan şeyle olabilir ancak.
Doğrusunu isterseniz, 29 Ekim’i sadece Adana değil, ülkemiz de göz ardı etmiş gibi. Hele hele TRT’nin her akşam “Vur patlasın, çal oynasın!.. Hoppaşinanay şinanay nay, şinanay yavrum şinanaynay!” havasındaki programları yayımlanırken “Gazze” bahanesiyle 100’üncü Yıl programını tehir etmesi yenilir, yutulur gibi değil. Bu tehir, bana göre bilinçli iptal hükmündedir.
Biz Cumhuriyet öncesini yaşamış nesli birebir dinleyen son kuşak temsilcileri olarak bunları asla sindiremiyoruz. Bu nedenle de avazım çıktığı kadar bağırıyorum: BU İKİ “YÜZÜNCÜ YIL AYIBI” BİZE TAM YÜZ YIL YETER. Umudum ve dileğim şu; ikinci yüz yılı torunlarımızdan sonraki kuşaklar hakkını vererek kutlayacaktır.