KASNAKLI KUŞLARA RENGÂRENK TABAK

Uçurtma diyorlar… Bizim kuşak bu sözcüğü bilmez, her türlü uçurtmayı “kuş” ile anlatırdı. Alganlı kuş, armudi kuş, kasnaklı, dolaplı kuş en çok bildiklerimizdi. Dolaplı pek az yapılırdı. Alganlı, tek parça kağıdın usulüne göre katlanıp dibine de kuyruk olarak yine kağıttan yapılmış şerit bağlanan en basit uçurtmanın adıydı. Diğerlerinin tamamı çıtalarla oluşturulmuş kasnaklara renkli kâğıt giydirilmesiyle yapılırdı. Çıtalarımızın temel maddesi de bildiğimiz kargıydı. Ne zaman gerek duyduysak birkaç dakika içinde kargı bulurduk. Bazen de kargı bulduğumuz için kasnak örerdik.
En yaygını üç çıtalı, altıgen türüydü. Yontulup düzeltilmiş ve iki ucu iplik tutacak kadar çentilmiş çıtalar tam ortadan bağlandıktan sonra açılır ve uçlarına iplik sarılarak düzgün altıgen haline getirilirdi. Kasnak hazırlandıktan sonra tabaklara geçilirdi. Tabak, uçurtma yapımında kullandığımız incecik, renkli, bir tarafı parlak bir tarafı mat pekür gibi kâğıdın adıydı. Sanırım kökü, kesilmiş kağıt anlamındaki “Tabaka” sözcüğüne dayanıyordu. Mahalle bakkallarından alırdık.
Tabaklar biçildikten sonra birbirine yapıştırılarak kasnağa giydirilirdi. Yapıştırıcı olarak da akışkan hamur kullanırdık, En üst iki uç ve ortadaki bağlı iplikle yapılan piramitin adı teraziydi. Yatay kargının iki ucuna saçaklar, alt uçlarına (U) şeklinde gerdan, gerdanın altından, tam ortasından bağlanan tek sıra saçağa da kuyruk derdik.
Alganlı sözcüğünün nereden kaynaklandığını bilmezdim. Nur içinde uyusun, Saygıdeğer Ağabeyimiz Mustafa Ruhi Polisçi, o tek yaprak kâğıdın katlanıp şekillenmesiyle yapılan basit uçurtmanın tepebağ Mahallesindeki tanımıyla “Avganlı” olduğunu anlattı. Meğer ki, “Afganlı” yani, “Afganistanlı” sözcüğünün Adanaca’laşmış şekli imiş. Mahallemiz Yüksekdolap’a gelinceye kadar biraz daha şekil değiştirip Alganlı olmuş demek ki.
KASNAKLI DEDİĞİN AKSESUARLI OLUR
Kasnaklının nasıl yapıldığını anlatmaya çalıştıktan kelli Yüce Tanrı’nın izniyle gövdeyi tamamlayıp lafa düğüm attıydık… Şimdi bu düğümü çözerek gerisini getirelim.
İki kulak, yani yatay orta eksenin iki ucuna bağlanacak iki saçak için ya tek renk ya da yapıştırılarak iki renk haline getirilmiş tabak rulo haline getirilip bir tarafında iki santim kadarı kesilmeyecek şekilde üç-beş milimlik şeritler halinde doğrandıktan sonra, kesilmemiş tarafından toparlanıp bağlanır ve gövdeye takılırdı.
Kuyruk, benzer şekilde fakat bu kez şeritler tamamen kesilerek doğranırdı. Bir de, farklı renkte iki tabak kullanılırdı ve iki şerit bir taraftan kıvrılıp tutturulur, en nihayet ipliğe atılan düğümlerle peş peşe bağlanarak uzunca bir saçak elde edilirdi. Saçak, gövdenin en alt iki köşesine bağlanarak “U” şeklinde gerdan yapıldıktan sonra, bunun tam altında, milimetrik orta noktaya gelecek şekilde bir de uzunca kuyruk takılırdı. ki,
TAKLA VE TAKKAL
Siyasette bol bol takla atıldığına tanık oluyoruz. Yani, dün siyah dediğine bugün beyaz diyen siyaset erbabı taklacılara çokça rastlıyoruz. Uçurtma deyince, takla, aklıma “takkal” sözcüğünü getirdi. Takkal, sahibinin gücüne oranlı ağırlığı ulan uzunca taş ve bu taşa bağlanmış bir kelep iplikten ibaretti.
Diyelim ki bir yerlerden dikilmiş (uçurtmanın havalanmasına “dikilmek”, uçurulmasına da “dikmek” denilirdi) kuşun ipi damınızın üstünden geçiyor ve pek te yüksek değil. Vicdanınız veya o anki ruh haliniz itiraz etmiyorsa, ip bağlı taşı havaya fırlatıp kuşun ipinden aşırınca iş biter; İpin bir ucu sizde, diğer ucu yere düşen taşta ya, ikisini birleştirip aşağı doğru çekince artık kontrol sizindir. Koparıp alırsınız dikilmiş kuşu. Kuş kanuna göre, takkalla alınan mal üzerinde eski sahibi hak iddia edemez. Yeter ki dayak atan cinsten olmasın.
Çocukluk günlerimiz güzeldi be!..