“KAZUCAA” KEŞFEDİLDİ
Daha mektebe yazılmadığımıza göre sene 1953 öncesi… Babam koca bir paketle geldi. Kutudan, sarı renkli metal, yuvarlak tabanlı bir cihaz çıktı. “Gazocaa…” derken, beş-altı santim çapında, on santim kadar yüksekliği olan, incecik ibikli minicik teneke ibriğe ispirto doldurdu. Gazocaa dediği cihazın depo kapağını açıp gazyağı doldurdu. Biz de başında merakla bekliyoruz. Rahmetli anamda hem merak, hem sevinç hem de endişe var; “Patlayıp matlamasın Allah etmiye!..” diyecek olduysa da babamın ünlü ters bakışını yakalayınca çark “Yok canım, usulü-erkanıyla kullanırsan niye patlasın!..” Patlama-çatlama deyince anımsadık. Bazı yangınların gazocağı patlamasından çıktığını duymuştuk.
“Gazocağı” deyince, gençlerimiz için bir açıklama yapmak gerekir. Bizim zamanımızın gazocağı şimdikilerden çok farklı idi. Bir kere gazla değil, gazyağı ile çalışırdı. Başı, ayakları ve karnı olan bir aletti. Önceleri her mahallede bir veya iki tane bulunabilirken, 60’lı yıllarda hemen her evin vazgeçilmez eşyaları arasına girdi. Her sokakta bir veya birkaç gazocağı tamircisi çalışır oldu. Daha iyi anlaşılması için fotoğrafını sunuyorum.
Bir yanındaki minik pompa; gazyağı deposuna basılan havayı sıkıştırıyor. Göbeğin tam ortasında, yani en şişman yerinde baş denilen aygıt var. Gazyağı, belli bir basınçla buraya geldiğinde incecik borularla bir tur yaptığı için ayrıca ispirto aleviyle ısınıp buhar basıncı kazanıyor ve içiçe girmiş iki bileziğin arasından, mini jet gibi ses çıkararak mavi alev halinde fışkırıyor…
Babam, gazocağı başına ilk ısıyı vermek için başın altındaki minyatür tepsiye ispirto doldurdu. Doldurdu dediysek, döktüğünün tamamı bir dikiş yüzüğünü ya doldurur, ya doldurmaz. Kibritle tutuşturup bir miktar bekledi. Bir yandan da anneme anlatıyordu; “İspirto burayı ısıtmadan pompalamayacaksın!.. Hah tamam ispirto bitmek üzere, şimdi yavaş yavaş pompalamak lazım…”
Önce haif bir ses, arkasından o güne kadar hiçbir alevde duymadığımız kadar güçlü bir ses ve ürküten masmavi alev. Annem, su dolu çaydanlığı ayakların üst ucuna yerleşmiş ızgaraya oturttu. Birkaç dakika geçti, geçmedi, çaydanlık kapağı oynamaya başladı. Arkasından da ibiğinden çıkan buhar ve nihayet o tanıdık kaynama sesi…
O ana kadar suyu bu kadar çabuk kaynatmamıştık. Bir-iki gün içinde, konu-komşu ve akrabalardan bazısı “kazucaaını” yakından görmek için evimize taşındı. Çoğu, belki de sesinden mülhem, “moturlu ucak” diye adlandırıyordu.
“Kazocaa innesi”, yani gazocağı iğnesi de bir dönem ciddi sorun olduydu. Milli Korunma Kanunu, yerel endüstriyi teşvik için ithalata ciddi kısıtlamalar getirmişti. Birçok ürün bulunmaz oldu. Gazocağı iğnesi de bunlardan biriydi ve incecik teneke şeridin incelen ucuna monte edilmiş, iki santim uzunluğunda çelik telden ibaretti. Görevi, gazyağı buharının püskürdüğü memedeki tıkanıklıkları açmaktı. Bu basit alet bile ithal ediliyordu o zamanlar. Kıtlık-kıllet olunca esaslı bir sorun yaşamıştık ülkece. Neyse ki, Adana’da iğne sanayii harekete geçti. O yıllarda boş kola kutuları sadece Adana’da bulunabiliyordu. Çünkü İncirlik dışında hiçbir yerde kola bilinmezdi. Müteşebbislerimiz kutuları İncirlik Çöplüğü’nden parayla toplatıp tenekeden şeritler kestiler. Ucuna da tahta fırçası telini tutturdular. Dönemin en ciddi sıkıntılarından biri böyle halledildi.. Şimdiki Kocavezir İş Merkezi bizim “Siptilli” pazarımızdı ve arka tarafında, yani Batısında gazocağı iğnesi imal eden yüzlerce kişi sabahın köründen akşamın geç saatlerine kadar tüm ülkeye ürün yetiştirebilmek için hummalı bir çalışma içindeydiler…
Onların bu memleket sanayiine çok faydaları oldu, çoook!..