KEL İNCİR REÇEL OLDU ŞİMDİ SIRA TAZESİNDE

Ne demektir “Kel incir”, ya da “Kel karpuz”, bilir misiniz? Bizim kuşak bilir. Çünkü yerelliği içselleştirmiş pek çok büyüğümüzün dilinde meyvenin olmamışı, yani hamı “Kel” sayılırdı.

Bana sorarsanız, en güzel reçellerden biriydi kel incir reçeli. Şimdilerde de yapılıyor ama ben usulüne uygun yapılmışıyla yıllardır karşılaşamıyorum. Bir kere ağaçtan koparılmış mazdak(*) kullanılıyorsa o kel incir taklittir, sahtedir… Reçel, ancak ve ancak kendiliğinden düşen ve süngersi yapıda olan incirle yapılırsa gerçek olur.

Bulunduğumuz günlerde, eskiden tabii, ham incirler özenle toplanıp usulüne göre ön işlemlerden geçirilirdı. En erken ikinci günün ikindisinde özgün kıvamı ve kehribar gibi saydam görünüşüyle reçelleşip yeşil sırlı çömleklere girmiş olurdu.

NEREDE BULURDUK?

Kaç kere yazdım, yine yazıyorum; zamanımızın Adana’sında, yani 65-70 yıl öncesine dek halkımızın büyük çoğunluğu her yaz köyüne, dağına, bağına giderdi. Nereye gidilirse gidilsin, her yerde, aziz mübarek incir ağaçları olurdu. Bağı, dağı şöyle dursun, sayısız avluda da bu değerli meyve bakım istemeden mevsimin icaplarına uyar, vakti-saati geldiğinde meyvelerini cömertçe sunardı.

LOKUM VE SAKIZ

Olmuş incirlerin fazlası da hafif yollu kaynatıldıktan sonra tahtalara serilip yassılaştırılarak bir süre güneşlendirilir ve doğru nem kıvamını bulunca şekerle kaynatılırdı. Bizim sülâle reçelin bu türlüsüne lokum derdi. Normal biri, iki, bilemediniz üç tanesini ancak bitirebilirse de tadına doyamazdı. Aramızda kalsın; ben yine de kel inciri yeğ tutardım.

Arada sırada fazla olgunlaşmış, ulumuş ya da bir şekilde tüketilememiş incirler de yarılarak kurutulurdu. Yanıltmaktan korktuğum için güneşte me, gölgede mi yoksa yarı güneş yarı gölgede mi kurutulduğunu yazamıyorum. Bunun reçeli, şerbetsiz, bir bakıma helva veya daha doğrusu cezerye kıvamında olurdu. Sanırım adının sakız olması da bu niteliğinden kaynaklanmıştır. Cevizle, bademle, fındıkla yenilmesi adettendi.

Bunlar dışında incirin belbeli, yani pestili de kış hazırlıkları sınıfındandı.

TİKENLİ İNCİR“tiken”

Köklü Adana dilinde dikenden çok vardı. Tiken ya da diken, aklıma derhal dikenli inciri getirir. Hind inciridir. Hindi inciri diyenlere de rastlanır. Hind doğumlu olduğunu lâtince ismi kanıtlar: Opuntia Ficus Indica. İndica, Hindistanı sarmalar. Ficus da zaten incir demek. Opuntia’sı eksik olsun; öğrenmedim ki anlatayım…

Bağların etrafında, derelerde istemediğiniz kadar çok olurdu. Şımarıklığı bilmeyen, asla nazlanmayan, bakım istemeyen ve buna karşın iç açıcı çiçekleriyle başlayıp gözleri, gönülleri,  ardından da ağızları neşelendiren bir doğal lütuf.

Çocukluğumda, sabah kalkar kalkmaz dere tarafındaki tikenli incirlerin hatırını sorarak başlardım güne. Bir cebimde çakı, diğerinde cimbit, yani cımbız olurdu. Gözüme ve gönlüme gülenleri belirleyip üç veya dört tanesini özenle soyar, zevkle yerdim. Ne kadar dikkat edilirse edilsin, irileri değil de, o kıldan ince, gözün zor seçtiği minik dikenler fena batardı. İşte o zaman da cimbiti çalıştırır, tek tek çıkarırdım.

Ardından bildiğimiz incir ağaçlarına yanaşıp bir gün önceden göz koyduğum ballılardan da üç veya dört tanesini tüketip eve, çardağa dönerek kahvaltımı yapardım. Aaah, ah!.. O eski günlerin tadını o zamanlar bilemiyorduk.

(*) Mazdak: Ağaçtaki incirin olmamış, ham hali

    Bir yanıt yazın

    E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

    Röportaj

    Sağlık

    Spor