KIRAATHANE DE YOK OLDU TEBEŞİRLİ KARA TAHTA DA
Eskiden de kahvehaneler vardı ama çoğunluk kıraathanelerdeydi. Çoook uzun süredir kıraathane görmüyorum. Yok oldular… Bilen var, bilmeyen var, gören var, görmeyen var, duyan var, duymayan önce kıraathaneyi anlatalım, sonra da bu mekânlardaki kara tahta-tebeşir ikilisine değinelim.
Bizden iki-üç kuşak öncekiler ilkokulda “Kıraat” dersinden de sorumluydular. Kıraat demek, “Okumak” demek. Biz, aynı dersi Okuma Kitabı ile gördük. Dönelim konumuza, Kıraathane de, okumanın yapılabildiği anlamında. Pekiii, nasıl oluyordu bu okuma haneleri? Şöyle oluyordu; geniş mekânda en azından on beş-yirmi örtülü masa. Bir yanında çay-kahve ocağı… Öteki yanda mütevazı da olsa kitaplık ve birkaç masada her gün mutlaka alınan yerel gazeteler. Ayrıca, sehpa boyutlarına yakın tavla masacıkları ve aynı boyutlarda, bir yanı çekmeceli, üstü kareli dama takımları. Çekmece, tahtadan yapılmış dama taşları için. Bir diğer tarafta da, oyun kâğıt destelerinin, domino taşlarının bulunduğu bol bölmeli raf. Altında da beş-altı tavla.
GELELİM TAHTAYA
İnce çerçeveli, azıcık yanılabilirim, on beşe yirmi beş santim boyutlarında, tebeşirle kullanılan iki taraflı kara tahta. Dama dışında her oyun için masaya mutlaka kara tahta ve tebeşir getirilirdi. Bu sayede, kimin kaç sayı yaptığı yazılır ve sonuç, itirazsız, nizasız (sert tarışma) saptanabilirdi.
Tuhafıma giderdi; oyunculardan kâtip, yani yazıcı olan, asla bildiğimiz rakamları değil, illa da Eski Türkçedeki Arap rakamlarını yeğlerdi. Sonra sonra nedenini buldum. Çocukluk yıllarım Ulu Önderimiz, GERÇEK DÜNYA LİDERİ Mustafa Kemal Atatürk’ün okuma-yazma seferberliğinden kısa sonraki dönemlere rastlar. Yani, büyüklerimizden pek çoğunun hâlâ eskiye takılı olduğu yıllar. Bunların bir kısmı okuma-yazma bilmese de, rakamları biliyor. İşte, bilen-bilmeyen muhabbeti olmasın diye, böyle sürdürmüşler.
GÜNÜMÜZDE ARAP RAKAMLARI GEÇERLİ
Tuhafınıza gelecektir, bugün bizim ve neredeyse tüm dünyanın kullandığı rakamlar saf ve temiz “Arap Rakamları” imiş. Bunu, 45 yıl önce duyduğumda şaşırmış sonra da, düşüne düşüne nedenini bulmuştum. Zaten iyi-kötü Eski-Türkçe de biliyordum. Nasıl olduğunu da anlatayım; Kadıncık Hidroelektrik Santrallarının Proje ve Kontrol Mühendisliğini Belçikalı firma üstlenmişti. Ben de bu firmadaki tek Türk çalışandım. Brüksel’deki Büro ile şantiye arasındaki ilişkiler ağırlıklı olarak masamdan geçerdi. 7 kilometrelik tünel tamamlanırken, Merkezden gelen mektupta, her yüz metreye bir, üstünde Arap Rakamları olan pirinç plâka çakılması istenmekteydi. Mektubu aldım, gülerek müşavirin odasına daldım. O da kahkaha attı ve “Hemen telgraf çek, bu aptallar düzeltsin. Yüklenici firmaya sonra iletiriz” dedi.
Öyle yaptım. İkinci gün telgrafa cevap geldi: “Bugün kullanılan rakamlar Arap Rakamlarının modifiye şeklidir” diye.
Oturdum, kâğıt kalem, çözmeye çalıştım. Arap rakamlarını sıralayıp incelerken, incelerken yakaladım. Buraya tablo olarak alıyorum ki, siz de benim içine düştüğüm şaşkınlığa düşmeyesiniz.