MEHMET MERCAN VE GAZETECİLİK
1970 yılında başladığım ve bugüne kadar süren gazetecilik hayatımda bazı insanları kendime rol model seçtim.. Çetin Remzi Yüreğir, Alaeddin Kutlu, Aydın Remzi Yüreğir, Çoban Yurtçu, İskender Ayvalık, Kenan Gedikoğlu, Aytaç Pekkoçak, Hamit Deste ve birlikte çalıştığım Nihat Geven, Muzaffer Bal, Kurtar Çakın ve de Mehmet Mercan Abdullah Bulca, Abdullah Yakar, Enver Özalsancak gibi isimlerle aynı meslek dalında birlikte olmanın onurunu yaşadım, örnek alarak kendimi yetiştirmeye çalıştığım.
Sıtkı Kulak, Özcan Özler, Hasan Adalı, Hikmet Savatlı, gibi iş adamlarının ağır başlılığı ve saygın duruşu, meslekteki insani ilişkiler açısından hayatımda önemli rol oynamış, bakış açımı her zaman genişletmiştir.
Celal Serin’den dünyaya bazen ağlamayı, bazen de eğlenmeyi ama her şeye rağmen hayatın devam ettiğini öğrendim..
Yukarıdaki duygu ve düşüncelerimin kaynağı Mehmet Mercan oldu.. Mehmet abi, yılarca merhum Çoban Yurtçu’dan devraldığı Bölge temsilciliğini başarılı ve gazetecilik mesleğine sıkı sıkıya bağlılığı ile bilinen bir ağabeyimiz.. Bir mektup gönerdi.. Gazetecilik ile ilgili kitap hazırlıyormuş.. Bazı gazeteci ağabeylerimize de aynı mektubu göndermiş, mesleki anılarımıza kendi kitabında yer verebilmek için. O gazetecilerden birinin de ben olmamdan son derece mutlu oldum ve onur duydum..
Ve kendimi, meslek onuruna, tarafsız, ilkeli gazetecilik duruşuna uyanlar arasında gösterdiği için duygularımı dile getirmeye çalıştım..
O mektubu siz değerli okurlarımızla paylaşmak, mesleğe yeni başlayan arkadaşlarımıza da emsal teşkil etmesini sağlamak için paylaşmak istedim.
Teşekürler Mehmet Mercan.. Teşekürler meslek büyüğüm..
İşte o mektup;
“Hepimiz yıllarca, bu mesleğin, gazeteciliğin güzelliklerini de yaşadık, kahrını da çektik.
Emek verdik, sıkıntı çektik ama ÖDÜN vermedik. Mesleğimizin adını lekelemedik, onurunu asla yere düşürmedik.
Bu yüzden alnımız açık, başımız dik yaşıyoruz…
Gün oldu; Haber takibi uğruna yaya dağ bayır tırmandık.
Gün oldu; Üstü açık kamyonlarda seyahat ettik.
Gün oldu; Mardin, Siirt, Hakkari dağlarında katır sırtında Koceroların, Hamidoların, Tilki Selimlerin Hakimoların peşinde dağ bayır dolaştık.
Gün oldu; Irak ve Suriye sınır boylarında mayınlar arasında kaçakçı takibine çıktık.
Gün oldu; Bu ülkelerdeki iç savaşları, sıcak bölgelerde yanıbaşımızda patlayan bombalar arasında izlemeye çalıştık.
Ve gün oldu; Malatya’da, Kahramanmaraş’ta, Kırıkhan’da, Pazarcık’ta, Gaziantep’te, Mardin’in Kızıltepe ilçesinde çok acılı günler yaşadık…
27 Mayıs 1960 askeri darbesinin, 1971 yılı 12 Mart Muhtırasının, 12 Eylül 1980 askeri darbesinin baskıcı ve sansürcü yönetimleri dönemlerinde dürüst habercilik yapmaya uğraştık.
1980 öncesinde, bir günde ortalama 10 siyasi cinayetin işlendiği Adana’da tüm meslektaşlar deyim yerinde ise “can pazarı yaşama pahasına“ gazetecilik yapmaya çabaladık…
Daha neler, neler?…
Tüm bu zorlukların yanında, ulaşımda ve de iletişimde güçlüklerle boğuştuk..
Hepsi, hepsi gazetecilik aşkına.
Evet.
Çok değil, 25-30 yıl öncesinde, İstanbul haber merkezlerimizle telefonla iletişim kurabilmek için gün boyu bekliyorduk.
Hatta, yakınımızdaki Ceyhan’la, Tarsus’la telefonla görüşmek için saatlerce beklemek yerine, oralara gidip gelmek daha kolay oluyordu gerçekten.
Şimdilerde öyle mi ya?
Dağ başında bile olsanız elinizdeki akıllı telefonun iki tuşuna basarak dilediğiniz anda, dilediğiniz ülke ile bile görüşebiliyor, hatta çektiğiniz fotoğrafları anında gönderebiliyorsunuz…
Nereden nereye?…
Evet. Bizim kuşak gazeteciler, gerçekten türlü büyük zorluklar yaşadık.
Ama olsun.
O zorlukların da bir başka tadı, bir başka heyecanı vardı inanın…
……..
Söz buraya gelmişken, sizlerden, siz değerli meslektaş dostlardan ricam var;
Şairin dediği gibi;
-İşte geldik, gidiyoruz.
“Bari” dedim, “giderayak geride birşeyler bırakalım.”
Ve düşündüm; “Bizim, gazetecilerin geride bırakacağımız neyi olabilir ki?”.
Paramız yok, fabrikalarımız yok…
“Şükür ki çektiğimiz zorluklarla bezeli olsa da mesleki anılarımız var. En iyisi onları derleyip toparlamak…”
İşte, bu düşüncelerle kaleme sarıldım.
Bir zamanların gazetelerini, gazetecilerini yazdım.
Bunda elbette sizler de varsınız…
Yani eski gazeteciler.
Yani, bu mesleğin kahrını çekenler…
Yanı, günümüz gençlerinin “DİNOZOR” dedikleri eski gazeteciler var.
Gerçekte EMEKTAR gazeteciler…
İstedim ki;
Okuyanlar, “Bir zamanlar neler olmuş meğer?” desinler.
“Bir zamanlar meğer kimler varmış?..” desinler.
Ben tüm bu anlatılanlara, yazılanlara;
“BİR ZAMANLAR ADANA BASINI,
-gazeteler,
-gazeteciler dedim…
Elbette, bu ÖYKÜ burada bitmiyor. Bitmemeli.
Devamı olmalı.
Devamını da genç meslektaşlarımız getirmeliler.
Biraz onları da heveslendireyim istedim.
Ne güzel olur…”