MEVLANA’NIN HUZURUNA GELMİŞ YABANCI ÇOKTU
YEDİNCİ BÖLÜM
Büyük kapıya yaklaştığımızda birkaç noktada galoş fıçılarıyla karşılaştık. Rahatça takılabilmesi için de yeterli sedir var. Oturup giyebiliyorsunuz. Genişçe koridoru ciddi kalabalık içinde sürüklenerek geçip daha geniş alana girerken mistik hava etkisinde kaldık. Sandukalar bölümü tamamen ayrılmış. Zaten burası ilk yapı olarak bilinen türbe kısmı. En büyük sanduka Mevlana ile Babasına ait. Adına ve şanına uygun bezemeler hayranlıkla izlenecek değerde müthiş sanat eseri. Daha burada, Mevlana Felsefesinde mistik sanatın taşıyıcı unsur olduğunu duyumsuyorsunuz.
Ziyaretçiler arasında Türkler kadar yabancılar da var; uzak doğulu, Asyalı, Avrupalı, Afrikalı. Yıllar önce Şeb-i Arus’a (Düğün gecesi demek, ileride bahsedeceğiz) katıldığımızda da, çok sayıda yabancının aylar öncesinden yer ayırtıp geldiğini görmüştük.
Mevlana’yı anlatmak için ciltler dolu kitap yetmez. Dileyen, internete girer ve bir çok kaynaktan yararlanabilir. Bu dizide, daha çok Mevlana’yı Mevlana yapan Mesnevisini ve Mevleviliği tasavvuf penceresinden anlatırken, öncelikle milliyetini tartışacağız.
Doğum yeri, Belh, Horasan (Afganistan). 1207 yılının 30 Eylül’ünde doğmuş ve 5 yaşına kadar burada kaldıktan sonra ailesiyle orada burada belli sürelerde kaldıktan sonra Karaman’a yerleşmiş. Selçuk Sultanı Birinci Alaattin Keykubat tarafından Konya’ya çağrılmış. Saray’da yer teklif eden Sultan’a, Mevlana, “Sultanım, saray siz sultanlar içindir, bize dergah gerek” deyince de, bugün külliyenin bulunduğu alan tahsis edilmiş.
“Mevlana ne demek?” sorusuna cevap bulabilmek için farklı kaynaklara başvurdum. Ortak ifade, “Yüce” kavramında birleşiyor. “Efendimiz” ve “Hazret” anlamları ağırlık gösteriyor. Bir çok yerde “Ya Hazreti Mevlana” hattıyla karşılaşınca, iki kez “hazret” ortaya çıkıyor. Sonuçta, benim naçiz beynim, “Tanrıya yakın” şeklinde tefsir etti ve orada durdu. Mevlana ünvanını sonradan aldığı kesin. Mesnevi’nin mukaddimesinde, yani girişinde kendini “Muhammed bin Muhammed bin Hüseyin el Belhi” şeklinde tanıtmış. Şöyle açabiliriz: Muhammed oğlu Muhammed’in oğlu Belh’li Hüseyin.
Celaleddin lakabı ile tanınmış. Anadolu’ya yerleşince de, “Anadolulu Mevlana Celaleddin” anlamında “Mevlana Celaleedin-i Rumi” demişleri
FARSÇA YAZMIŞSA MİLLİYETİ NEDİR?
Çok rafine bir ifade ile anlatacak olursak, Mevlana, öncelikle bir büyük mutasaavıf şair. Dünyaca ünlü Mesnevisi’nin 25 bin 600 beyit, yani 51bin 200 mısra (şiirdeki her satır) olduğu ve 6 defter tuttuğu kayıtlı. Mesnevi, tamamen Farsça, Pekiii, o zaman Mevlana Hazretleri Afgan mı, Farsi, yani İranlı mı, yoksa Türk mü? Bu sorunun cevabını da yine o yüce insandan, ve yine Farsça alıyoruz:
“Bigane meğrid mera zin küyem
Der küy-u şuma hane-i hod micuyem
Düşmen neyem her çend ki düşmen rüyem
Aslem Türkest eğerçi Hindü güyem”
Yani, diyor ki: Beni bu ellerde yabancı saymayın. Beldenizde ben evimi arıyorum. Her ne kadar görünüşüm düşman gibiyse de (yabancı gibi duruyorsam da) düşman değilim. Farsça yazsam da, aslım Türk’tür. Mevlana’nın ana dili Hakani Türkçesi ama beldesinde Farsça hakim. Geldiği Oğuz ellerinde çok farklı Türkçe konuşulunca sıkıntı doğmuş ve bunun üzerine de sunduğumuz dörtlüğü yazmış.
ÇARŞAMBA’YA: TASAVVUF, MUTASAVVIF
VE DE, NEDEN İLLA ‘NEY’
BABA-OĞUL YAN YANA: Alışılmışlardan çok daha büyük sandukada iki sarık var. Çünkü Mevlana, babasının hemen yanına defnedilmiş ve her ikisine bir sanduka yapılmış. Aynı alanda, bazı Mevlevi büyüklerinin normal boyutta sandukaları da yer alıyor.
TÜRBE İÇİ SANAT MÜZESİ GİBİ: Şanına, ünvanına layık türbenin Turkuaz Kubbesi kadar, hatta ondan daha ziyade iç bezemesi o denli güzel ki, sadece burasi başlı başına bir sanat müzesi sayılabilir.