MISIRLI VERGİLERE KARŞIN ADÂLETİYLE ÇOK SEVİLMİŞ!

İKİ BÖLÜMÜN ÖZETİ: Yakın bir geçmişe kadar Adana tarlalarında her akşam ruhuna rahmet okunan Mısırlı İbrahim Paşa 1832´de Adana´ya  geldiğinde yöremizde hak-hukuk yerlerde sürünüyordu. Eşkîyalık sıradanlaşş, halk işine-gücüne bakamaz olmuştu. Mısırlı kısa sürede dirlik-düzen ve en önemlisi adaleti yeniden kurunca, istilacı olmasına rağmen sevildi. Tarla işçilerini kölelikten kurtardı. İşçi de, çiftçi de kazanmaya başladı.

Mısırlı, saldığı ağır vergilere karşın sevildi, sayıldı, güçlendi. “Atımın nalını kimse göremez” diyerek Adana ve çevresindeki egemenliğinden emin olduğunu belirtti. “Ben varken kimse yanaşamaz” düşüncesiyle 1835-36 yılları içinde kent surlarını yıktırdı. Özgüveni yüzünden kentimiz çok değerli tarihi yapısından mahrum kaldı. Öteki dünyada arayıp yakasına yapışmaya yemin tuttum bu yüzden.

Ekim alanları giderek genişledi. Daha iyi ürün için arpa ve buğday Kıbrıs´tan, iyi cins şeker kamışları Mısır ve Suriye´den getirilmişti. Pamuk yetiştiriciliğini iyi bilen uzmanlar da Tunus, Cezayir ve Mısır´dan sağlanmıştı. Sulama konusunda da dev adımları ile ilerleniyordu.  Bu sefer de işçi sıkıntısı baş gösterdi. Dışarıdan getirilen işçiler de yetmez olmuştu. Artık amele seçici olmaya başladı. Daha kibar, daha zarif çiftçileri yeğler oldu. Tabiatıyla, mal sahipleri de kendilerine çekidüzen vermek zorunda kaldılar. Şiddetin yerini sevgi, nekesliğin yerini de hoşgörü ve cömertlik aldı.

Çatık kaşlı, asabi ve küfürbaz çiftlik sahipleri, daha yüksek ücretle bile işçi bulamaz oldu. Bütün bunların sonunda, Ağa denilen saygıdeğer Ağalar ve buna bağlı olarak AĞALIK, daha doğrusu, ağabeylik-babalık karışım diyebileceğimiz ADANA AĞALIĞI oluştu.

MISIRLI GİDERKEN

Şimdi dönüp yakın geçmişe kadar her akşam yüzlerce, binlerce işçinin rahmet okuduğu İbrahim Paşa üzerine iki laf daha edelim.

Mısırlı o kadar sevilmiş ki, ünü bütün Anadolu´ya yayılmış. O da binmiş atına, Batıya doğru yürümüş. Neredeyse hiç direniş görmemiş, Hani biraz daha hareket etse, Osmanlı Mülküne ortak olacak neredeyse. Haa, bu arada, yüklü devenin zorla geçebildiği Gülek Boğazını adamakıllı genişletmiş ki, bu hizmeti taa dokuz yüz seksenli yıllara kadar insanlık âlemine geçit verdi. Yetmedi, Avusturya’dan uzman getirterek yöre madenlerini inceletti.

Böyle olunca da, öteden beri Adana´ya göz koymuş olan Fransız dellenmiş. İngiliz´e koşup “Sen bana Adana için yardım et, bende sana başka yerlerde destek çıkarım” demiş. Bu sefer her ikisi Osmanlı Sarayına koşarak gelmişler ve Sultan´a “İzin ver, seni bu asi hayduttan kurtaralım” diyerek icazet almışlar. Sürü sürü harp gemilerini çıkarmışlar yola. Tam İskenderun´a varmak üzere iken İbrahim duymuş ve bunlarla baş edemeyeceğini düşünerek ani bir kararla Adana´yı terk etmiş. Giderken de, düşman elinde kalmasın diyerek cepaneliği havaya uçurmuş (1840). Cepanelik dediğmiz, Adana Kalesi. Yani ki, Adana Kalesi de böyle  yok olmuş. O kaleden iki parçacık kalmış geriye. Birini rahat görebilirsiniz; Atatürk Evi´nin hemen Batısındaki sokağa girince çıkar karşınıza. Öteki dünyada bunun da hesabını soracağım kısmet olursa.

Anlayacağınız, ekonomi ve adalet alanlarında çok hizmeti olmuş ama, kültür mirasımız  yönünden de katletmiş Adana´yı. Gene de, kadirşinas Adanalı, 150 yıl kadar her gün 3 kez rahmet okumayı sürdürmüş: ?Akşama hürmet!.. Aamiiin!.. Sabaha niyet!… Aaamiiinnn!.. Kolumuza kuvvet!.. Aamiiin!.. Ağamıza devlet!.. Aamiiin!.. Kesemize bereket!.. Aamiiin!.. İbrahim Paşa´ya rahmet!.. Bir dahi rahmet!.. Bir dahi rahmet!.. Kör şeytana lanet!.. Aamiiin!.. Peygambere salveeet; Sallü ala Muhammet!.. Lü-Lü-Lü-Lüüşşşş!..

Ne zamana kadar? Ağalık bitene kadar. Bitti mi ağalık? Bence bitti.

Şimdi devir, Ustalar Devri; beğenseniz de, beğenmesiniz de!..

 BİTTİ

    Bir yanıt yazın

    E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

    Röportaj

    Sağlık

    Spor