MÜŞTÜKÇÜ

Bugün, “1950’li yılların ikinci yarısında gezinerek müştükçünün çalışmasını izleyeceğiz..

Şimdiki Kocavezir İş Merkezinin bulunduğu alan ve sağı solu Siptilli dediğimiz pazar yeriydi. Neredeyse yüzde yüz eminim, dünyanın hiçbir yerinde bir başka siptilli yoktur. Yıllar yılı bu adın nereden geldiğini öğrenmek için çok uğraştım. Akraba büyüklerden tutun öğretmenlere; sarıklı hocalardan tutun entellektüellerin doluşup ajans dinlediği Yeşilköşe Kıraathanesindeki kravatlı emeklilere kadar başvurdum. Çoğu kez de, “Naapacan ne olduğunu, siptilli, yani siptilli işte!.. Balcan, banadura (patlıcan, domates), gabakh, süzme yoort fian satarlar orda…” gibi aydınlatıcı cevaplarla karşılaştım.

Yıllar sonra, Arapça sayılardan yedi karşılığının “sebit” olmasından hareketle kendimce bir sonuca ulaştım; siptilli, haftanın yedi günü açık olan pazar yeridir. Sanırım “Sebitli” veya buna benzer bir tamlama ile birleştirilip yıllar içinde siptilli kalıbına yerleşmiş. Hani, şu da var. Adana’nın ilk siptillisi Nuri Sabuncu Camiin (Çifte minareli cami) Batısına düşen Alman Fabrikası işçileri için kurulmuştu. Bu fabrika, avlusuna özel tren hattı çektirecek büyük bir işletme olduğundan işçi sayısı fazlaydı. Ayrıca, çoğunluğu Ermeni olan Döşeme Mahallesine de hitap ediyordu. Daha önceleri, Pazar haftanın sadece bir günü kurulurdu. Yedi güne terfi edince, “Sebit” boyasıyla boyanmıştır. Altını çizerek bir kez daha söylüyorum, bu açıklama tamamen kişisel düşünce ve yorumlarımın ürünüdür.

Gelelim şimdiki Kocavezie İş Merkezinin yerindeki Siptilliye.

Caddeye bakan cephesinde, tamamı, yan yana dizilen tahta darabalı pek çok dükkan vardı. Bakkal, aktar, nalıncı, leblebici, aşçı ve esnaftan diğer iş sahiplerine ait dükkanlar. Haa, bir de, leblebicinin yanı başında tabelasında estetikten iyice uzak harflerle “Müştükçü” yazan dükkan vardı. Tabeladaki (Ş) harfi ters yazılmıştı.

Ayda bir-iki kez, annemin ailesine gidip gelirken bir leblebicinin, bir de müştükçünün önünde dakikalarca ve merakla bekler, çalışmalarını izlerdim. Leblebiciyi, denk gelirse, bir gün anlatırım. Bugünkü dersimiz MÜŞTÜK olsun.

Daracık dükkanın arka tarafında kalın latalarla kurulmuş tezgahta orta boy mengene vardı. Buraya sıkıştırdığı dilme parçalarını testere kullanarak inanılmaz bir beceriyle eni ve kalınlığı birer santim, boyu on beş, yirmi santim çubuklar kesiyordu. Bunlar, yapılacak müştüklerin ilk basamak ürünleriydi. Çubukların köşelerini birer birer törpüleyip aşağı yukarı yuvarlak hale getiriyordu. Bir sonraki aşamaya, caddeye bakan taraftaki üretim tezgahında geliniyordu. Ayaklı dikiş makinesi masasına küçük bir ağaç tornası oturtulmuştu. Ayak hareketiyle aşağıdaki büyük kasnak döndükçe, yukarıdaki küçük kasnak büyük bir hızla dönüyordu. Tornaya bağlanmış çubuklar, işte burada, törpü ve keskin uçlu daracık ıskarpelalarla yusyuvarlak ve bir yanı kalın, öteki yanına doğru incelen çubuk haline geliyordu. Yine aynı tezgahta kullandığı mili döndürerek çubuğa delik açıyor, ardından ince tarafın ucunda işlenmemiş iki-üç santim uzunluğundaki kütleyi de bıçakla şekillendirip yassılaştırıyordu. En sonunda da cila vurup son şeklini veriyordu. Artık müştük satışa hazırdı.

Müştük alıcısı, ürünün kalınca tarafındaki deliğe sigarasını yerleştirip uassı yanını da ağzına alıp tüttürürdü. Anladığınız gibi, müştük, sigara ağızlığının o yıllarda yaygın adıydı.

    Bir yanıt yazın

    E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

    Röportaj

    Sağlık

    Spor