MUTFAK ATIKLARI YUMURTA OLURDU
Çocukluk yıllarımda dışarıdan yumurta aldığımızı hatırlamam. Akağaç yontusu incecik ve düzgün şeritlerle örülmüş, kavsara dediğimiz küçük, dört ayrıtlı sepetimizde her zaman yumurta olurdu. Birçok evde olduğu gibi bizde de mutfak atıkları ziyan edilmez, yumurtaya dönüştürülürdü. Atıklarla yapılan yumurtanın tarifsiz lezzet ve kokusuna duyduğum özlem hala güçlüdür.
Sebze ve meyvelerinki kadar, sofra atıkları da aynı amaçla kullanılabilen hammadde sayılırdı. Patlıcanın, hıyarın, banadura’nın (domates), patatesin, meyvelerin kabuğu, koçanı, oyulmuş patlıcan ve kabağın içi ile tabak-tencere artıkları, kırıntılar özenle toplanır, avlunun bir köşesindeki kümese götürülürdü. Bizim, boğazı ve gövdesi kızıl ağırlıklı, boğazın alt tarafı sarı bordürlü yeşil, kanat uçları altın sarısı, kuyruğu her renk pırıl pırıl irice horozumuz kümese yapılan her yemek servisine ilk gelen olurdu. Kümes Beyi döküleni gagalamadıkça tavuklar yanaşmazdı. O yıllarda tavuk milleti de erkek egemen kültüre bağlıydı demek ki.
Defalarca yazmışımdır; dokuz yüz altmışlara kadar Adana’da avlusuz ev olmazdı, olamazdı. Pek çoğunda da, bazılarının pines, bazılarının pine de dedikleri kümes yer alırdı. Her kümesin de, genelde sütlü kahve ya da siyah-kırçıllı tüyleriyle göze çarpan üç beş ya da daha fazla tavuğuna kol-kanat geren horozu olurdu. Şafak sökerken uzaklarda, çoook uzaklarda öten horozun sesi her yanda duyulurdu. Çünkü motorlu taşıt yok denecek kadar azdı, klima gürültüsü henüz arz-ı endam eylememişti.
O yıllarda horozlardaki sıra saygısına gıpta etmişimdir. Hepsi birden değil, adeta sırayla öterdi. Biri biterken diğeri başlar, ses yakınlaştıkça da öten horoz sayısı artardı. Her biri en azından sekiz-on kez ses verirdi. Kulaklarımız o denli alışkındı ki, horozun öttüğünü fark edemezdik adeta.
TAVUK KUNNAYINCA
İşte, tavuk dünyasının Adana Sancağındaki evdaşlarımız sayesinde, mutfak ve sofra artıklarımızdan en âlâ yumurtalar böyle üretilirdi. Folluğa her yumurta düşüşünde kümes ehli, altın kaplama kunnamışlar (kunnamak: yumurtlamak) gibi öyle yaygara koparırdı ki, sokaktan geçenler bile o an bir yumurtanın dünyaya geldiğini anlardı.
Folluklar sap kısmı olmayan kargıdan örme sepetin yatırılmasıyla elde edilirdi. Ürün kırılmasın diye de alt tarafında bir-iki tutam saman olurdu. Ne hikmettir, nasıl öğrenmişlerdir bilemem, kunnayacak hayvan illâ da bu yarım sepete otururdu. Birden fazla tavuk yumurta yapacaksa, kendi aralarında sıraya bindirirlerdi.
Yazın bağa-dağa, yaylaya giderken kümes ehli de, ayakları çaputtan (eski bez parçası) kesme şeritlerle bağlı vaziyette arabada yerlerini alırdı. Yani, yaz olsun, kış olsun anca beraber, kanca beraber yaşam şekli değişmezdi. Bağa çıktığımız ilk günlerde tavukların kurk oturduğuna tanık olurduk. Kurk oturmak, tavuğun, folluğa değil de güvenli bir köşeye bıraktığı on kadar yumurtanın üstüne, civciv çıkarmak için oturması demekti. Kurk tavuk tehlike hissettiğinde ev sahibine bile kafa tutardı. Civcivler kümeste açan çiçek gibiydi. Yumurtadan çıkar çıkmaz toplu halde annelerinin ayaklarına yakın dolaşırlar, yemlenmeyi, su içmeyi, eşelenmeyi, kene-solucan ve diğer böceklerle beslenmeyi öğrenirler, bir-bir buçuk aylıkken, yani celfün olunca da kendi başlarının çaresine bakabilirlerdi.
Sitemizdeki çimlere musallat olan kurtla nasıl mücadele edebileceğimizi öğrenmek için yabancı sitelere girdim. En etkin çözüm tavuk beslemekmiş. Çok isterdim ama, mümkün değil, sitemizde tavuk yasağı var. Suni yumurtaya devam etmeyi sürdüreceğiz anlaşılan.