NARGİLEYİ HİÇ KİMSE BENİM KADAR FOKURDATMAMIŞTIR

Daha önce ne önüme nargile gelmişti, ne de marpucu elime almıştım. Marpuç, nargile kavanozu ile ağız arasındaki esnek hortumun ağızlık yanı. Rahatça kavranacak kalınlık ve boyutta yapılır.
Olay, 1969 veya 1970’te Ankara’da vuku buldu.
Kadıncık Hidroelektrik Baraj ve Santrallerinin Tasarımıile İnşaat Müşaviri olan Belçikalı şirkette tek Türk olarak çalışıyordum. Brüksel bize Station Wagen, çift karbüratörlü güçlü bir Volkswagen göndermişti. Uzun mücadelelerden sonra araca mavi ZZ plakası alabilmiştim. Aracımız güzel, plakamız gösterişliydi. Tek kusuru, altı ayda bir genel bakım için Ankara’daki Volkswagen İstasyonuna götürme zorunluluğumuzdu.
Böyle bir Ankara ziyaretimde, kirvemin oğlu ve arkadaşım Tahsin’e uğradım. Motor Teknik Yüksek Okulu öğrencisiydi. Bir süre sohbet ettik. Aracın ertesi gün ikindi vakti teslim edileceğini söyledim. “Abi, bu station arabayla birhava atalım. Yarın arabayla gelip beni ve ev arkadaşlarımı alıver, bir Gençlik Parkı sefası yapalım” dedi. Ev arkadaşlarını da önceden tanıyordum zaten. Efendi, hoş sohbet hemşerilerimizdi.
ARABA ARABA OLALI BÖYLESİNİ GÖRMEDİ
Tahsinlerin zilini çaldım. Bir anda dışarı döküldüler. Aralarında kız arkadaşları da vardı. Bakışlarım “Ne oluyor?” anlamını taşımış olmalımki, Tahsin, “Merak etme abi, rahat sığarız” dedi. Aynı anda aracın sağlı sollu kapıları açıldı. Üçü şoför yanı koltuğa, beşi de arkaya sığıştı. Arabada dokuz kişiydik. Ankara gibi bir yerde dokuz nüfusun üst üste oturduğu aracı kullanmak kolay olmamalıydı. Yapabileceğim hiçbir şey yoktu. Şaşalamış, ne yapacağımı bilmez durumdaydım. Tahsin, “Sen sür, sür, biz rahatız” dedi. Arkadaşları da rahat olduklarını teyiden bildirdiler. Dokuz kişi içinde tek rahatsız bendim galiba.
O yıllarda en nezih yerlerden biri de Gençlik Parkıydı. Soluğu orada aldık. Dokuz nüfusun orta boy bir arabadan çıkışı elbette dikkat çekiciydi. Nitekim birkaç kişinin yürüyüşünü durdurup bizi hayretle izlediğini gördüm.
Çay bahçelerinden birinde iki masayı birleştirerek oturduk. Elbette ağalık bendeydi. Garson siparişleri alırken sıra bana geldiğinde Tahsin “Abime nargile getir” dedi. Ufak bir şok geçirdim ama hoşuma da gitmedi değil. Hayatımda nargile kullanmamış, elime marpuç bile almamıştım.
Çaylar, dondurmalar derken garson abartılı saygı ile nargileyi önüme yerleştirdi. O an aklıma saçma bir düşünce takıldı. Genelde su yukarıda, ateş altta olurdu ama bu düzenekte ufacık bir mangal suyun üstündeydi. Mangalın üstünde ıslatılıp sıkılarak yuvarlatılmış tütün, onun üstünde de köz parçacıkları vardı.
Marpucu alıp bir süre düzeneğin tamamını inceledim. Nargile nasıl içilir, hiç bilgim yoktu. Düşündüm; nargile içenleri hatırlamaya çalıştım. Evet, marpucu ağızlarına götürünce şişedeki su fokurduyordu. Demek ki, marpuçtan hava üflüyorlardı. Ben de, yaradana sığınıp üfledim. Su öyle bir fokurdadı ki, benden evvel hiç kimse bu kadar fokurdatmış olamazdı. Ama, aynı anda da haznedeki su dışarı fışkırıp közü ve tütünü dağıttı. Saniyesinde garson geldi. Az önceki zarif hareketi ve abartılı özeninden eser kalmamış, aksine suratı sirke satıyor gibi olmuştu.
Hiddetini belli ederek elimdeki marpucu koparır gibi alıp şişeyi de topladığı gibi çekildi. O an, yanlış yaptığımı anlamıştım. Ama aynı zamanda doğrusunu da öğrenmiştim. Demek ki nargile marpucu ağza alındığında üflenmez, aksine, sigara içer gibi içe çekilirmiş.
Yüzüm kesinlikle kızarmıştı.Ateş gibi yanıyordu adeta. Yaşamım boyunca bundan daha çok mahcubiyet acısı çektiğim bir an var mıydı acaba diye düşündüm. Sanırım yoktu. Başımı eğdim. Kimsenin yüzüne bakamadığım gibi bütün Ankara’nın bana bakarak alaylı alaylı kahkaha attığını duyar gibiydim.
Bizim gençlere gelince, onlar da gülüyorlardı ama en azından alay etmiyorlardı. Duramadım. Cüzdanı Tahsin’e verip, “Ben arabada bekleyeceğin, siz keyfinize bakın” diyerek ayrıldım.
Aradan yıllar geçti. Lübnan asıllı çok zengin bir İngiliz misafirim gelmişti. Üstünde fabrika olan gemileri vardı. Bizim kebaptan iki porsiyonu devirdi. Kadayıfı yedi. İki saat kadar sonra, durup dururken nargile istedi. Adana’da nerede nargile olduğunu bilmediğim için sorup soruşturdum. Hacıbayram’da Kahveci Ahmet’i tarif ettiler. Kalktık, gittik. Kahvceci Ahmet böyle birini kahvesinde görünce çok sevindi. İzzxet, ikram ve özenle hazırlanmış nargile bizim zengin İngilizi fazlasıyla mutlu etmiş olmalı ki, bir an geldi “İşte hayat bu, bu!..” diye bağırdı. Orada saatlerimiz geçti. Kahveci de pek mutlu olmuştu. Çok ısrar etmeme karşın ayrılırken tek kuruş veremedik.