NASIL OLDU DA BİZ ÖLMEDİK, YAŞADIK

Günümüzün geçerli sağlık kurallarına bakarak, bazen bizim kuşak temsilcilerinden pek çok kişinin nasıl olup da bugüne dek yaşayabildiğini anlamakta zorlanıyorum.

Hijyen diyorlar ya hijyen, çocukluğumuzda, hatta gençliğimizde bilinmiyormuş demek ki… Sofralarda tek bir tas veya nadiren bardak olur, herkes aynı tastan suyunu içerdi. Düğün-dernek ya da, Allah uzak etsin, cenazelerde millete su dağıtan kişi bir elinde bodiç dediğimiz bakır sürahi, öbür elinde tas, dolaşır, isteyenlere aynı tası doldurarak su verirdi.

Çeşmelerin pek çoğunda da kulpundan zincirle bağlı metal tas olur, gelen-geçen binlerce kişi aynı tası kullanarak susuzluğunu giderirdi. Aşlamacı, ayrancı, şalgamcı da, bardağı iki kaşık suyla çalkaladığında temizlemiş olurdu.

“Acaba…” diyorum, “Bundan elli-altmış yıl öncesine dek içtiğimiz sular mı antiseptik ti, yoksa mikroplar, virüsler, bakteriler mi zararsızdı.” Bilinen birkaç hastalık vardı; boğazın şişmesi, yani bademcik iltihabı, kızamık, kabakulak, barsak parazitleri ve sıtma. Ağır vaka denilen türler nadirdi. Bugün, çoğunluğa göre söylüyorum, aynı evde yaşayan herkes ayrı bardak kullanmakta. Demek ki ya suların antiseptik, antiviral, antibakteriyel gibi anti’leri kayboldu, ya da hastalık yapan ajanlar çok güçlendi.

TAS DEMİŞKEN

Eskiden taşı olmayan ev bulurdunuz da, tası olmayan evle karşılaşamazdınız. Tas, çinkodan, bakırdan, alüminyumdan yapılan, bir bardak dolusu su alabilen, kulplu veya kulpsuz su kabının adıdır. Arapça çanak demektir. Bizde çanaklara çanak denildiği için suya dönük olanlarına tas deyivermişiz. İyi de etmişiz; yaması kolay, topu topu üç harf.

Sadece “tas” dediğimizde, su içmek için kullanılan gereç anlaşılır. Hamama giderken, ya da evde banyo yaparken kullanılan hamam tası da olmazsa olma gereçlerdendi. O zamanlar öyle termosifonmuş, kombiymiş, duşmuş, neredeee… Şehir suyu bile yoktuda, suyumuzu çoklukla tulumba kullanarak yeraltından kendimiz çekerdik. Tulumba öncesinde de kuyulardan yararlanılırmış. Isıtılmış suyu dökünebilmek için, 20-25 santim çapında, 4-5 santim derinliğinde, bakırdan, pirinçten yapılmış kaplar kullanılırdı.

Sefer Tası da, başta esnaf ailesi olmak üzere, pek çok evde olurdu. Bunlar da yine bakırdan yapılmış 15 santim kadar çapı, 7-8 santim kadar derinliği olan silindirik kaplardı. Üst üste konulduğunda, üstteki, alttakinin kapağı gibi oturur, içindekinin dökülmesini engellerdi. Genelde üç taslıydı. En üsttekinde kapak ve kapağı baskılayan mekanizma olurdu. Tamamını saran çember şeklindeki metal kuşak, üst tarafta ele rahat oturacak şekilde biçimlendirilmişti. Böylece, iki çeşit yemek, bir çeşit salata veya tatlı, yani tabldot menüsü rahatlıkla taşınabilirdi. İyi bir tarafı da, gerektiğinde bu tasların ısıtılabilmesiydi. Günümüzde daha modern olanlarıyla zaman zaman karşılaşıyorum.

Bir de kafatası olduğunu belirtmek gerek, değil mi, Başımızı oluşturan kemiğin adıdır kafatası. Gerçi başında saç kalmamış tarama özürlüler için de “Tas gibi kafası var” denilirdi. Bir yerden çekip gidenler için de, “Tası, tarağı toplayıp gitti” söylemi pek yaygındı.

Ne oluuuur, ne olmaz, biz yine de hijyen denilen kurallar demetinden ödün vermeyelim; eski çamlar bardak oldu çünkü.

    Bir yanıt yazın

    E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

    Röportaj

    Sağlık

    Spor